Kalb denince hep “telli bağın türküsü...” gibi maddî gerçekler ve gerekçeler anlatılır, sayılır döķülür ve ortaya konmaya çalışılır. Acaba kalbin manevî yönü yok mudur?
Nefes alamıyorum, göğsüm daralıyor, hemen yoruluyorum, çok fazla ağır eşya taşıyamıyorum, rahat uyku uyuyamıyorum, bir damarım, iki damarım tıkalı, stent taktırdım, kalb ameliyatı olacağım vb. onlarca cümle ile kalb ve kalble alâkalı konular maddî yönleriyle anlatılır.
Ve kalb hastalıklarına sebep olarak da; üzüntü, kin, haset, sürekli negatif eleştiri, yalnızlık, stres, kararsızlık, yanlış beslenme, trans yağlar, fizikî yorgunluklar ve aksaklıklar gibi haller sayılır.
Halbuki insan, bir cevher olan vücudunun ve kalbinin maddî manevî her halinden emin olmalıdır, gafil olmamalıdır.
Pozitif düşünebilmeli, Allah’ın varlığını iyice kafasına yerleştirebilmelidir. En önemlisi de haram ile kalblerin karardığını, helâl ile de kalblerin nurlandığını öğrenmeli ve bütün amellerini, davranışlarını bu “helâl-haram” mizanına/terazisine göre ayarlayarak yapabilmelidir.
Haramlardan direkt etkilenen kalbi rahatlatmak için gözü nazarları/bakışları iman ve itikat dizginiyle illa ki gemlemek, frenlemek lâzımdır. Bundan sonra ümit, aşk, şevk, gayret, affetmek, kucaklamak, tebrik ve teşvik etmek, huzur/saadet, kararlılık ve rahatlık kalbin çaresizliklerine çare olabilir. Bu ise ancak ve ancak yalnızca imanla, iman anahtarının açtığı kapılardan geçmekle mümkündür.