"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Allah nâmına vermeli, Allah nâmına almalı

Risale-i Nur'dan
29 Ocak 2019, Salı

DÖRDÜNCÜ MESELE:

Esbab-ı zâhiriye eliyle gelen nimetleri o esbab hesabına almamak gerektir. Eğer o sebep ihtiyâr sahibi değilse (meselâ hayvan ve ağaç gibi), doğrudan doğruya o nimeti Cenab-ı Hak hesabına verir. Madem o lisan-ı hal ile “Bismillâh” der, sana verir; sen de Allah hesabına olarak “Bismillâh” de, al. Eğer o sebep ihtiyâr sahibi ise, o “Bismillâh” demeli; sonra ondan al, yoksa alma. Çünkü “Allah’ın adı anılmadan kesilen hayvanın etini yemeyin.” [En’am Suresi: 121.] ayetinin mâna-yı sarihinden başka bir mâna-yı işarîsi şudur ki: “Mün’im-i Hakikî’yi hatıra getirmeyen ve Onun namıyla verilmeyen nimeti yemeyiniz” demektir.

O halde, hem veren “Bismillâh” demeli, hem alan “Bismillâh” demeli. Eğer o “Bismillâh” demiyor, fakat sen de almaya muhtaç isen, sen “Bismillâh” de, onun başı üstünde rahmet-i İlâhiyenin elini gör, şükürle öp, ondan al. Yani nimetten in’ama bak, in’amdan Mün’im-i Hakikî’yi düşün. Bu düşünmek bir şükürdür. Sonra o zâhirî vasıtaya istersen dua et; çünkü o nimet onun eliyle size gönderildi.

Esbab-ı zâhiriyeyi perestiş edenleri aldatan, iki şeyin beraber gelmesi veya bulunmasıdır ki, iktiran tabir edilir, birbirine illet zannetmeleridir. Hem bir şeyin ademi, bir nimetin ma’dum olmasına illet olduğundan, tevehhüm eder ki, o şeyin vücudu dahi o nimetin vücuduna illettir. Şükrünü, minnettarlığını o şeye verir, hataya düşer. Çünkü bir nimetin vücudu, o nimetin umum mukaddematına ve şerâitine terettüb eder. Halbuki o nimetin ademi, bir tek şartın ademiyle oluyor.

Meselâ, bir bahçeyi sulayan cetvelin deliğini açmayan adam, o bahçenin kurumasına ve o nimetlerin ademine sebep ve illet oluyor. Fakat o bahçenin nimetlerinin vücudu, o adamın hizmetinden başka, yüzer şerâitin vücuduna tevakkufla beraber, illet-i hakikî olan kudret ve irade-i Rabbaniye ile vücuda gelir. İşte bu mağlâtanın ne kadar hatası zâhir olduğunu anla ve esbabperestlerin de ne kadar hata ettiklerini bil!

Evet, iktiran ayrıdır, illet ayrıdır. Bir nimet sana geliyor. Fakat bir insanın sana karşı ihsan niyeti o nimete mukarin olmuş. Fakat illet olmamış. İllet rahmet-i İlâhiyedir. Evet, o adam ihsan etmeyi niyet etmeseydi o nimet sana gelmezdi, nimetin ademine illet olurdu. Fakat mezkûr kaideye binaen, o meyl-i ihsan, o nimete illet olamaz. Ancak yüzer şerâitin bir şartı olabilir.

Meselâ, Risale-i Nur’un şakirdleri içinde Cenab-ı Hakkın nimetlerine mazhar bazı zatlar (Hüsrev, Re’fet gibi), iktiranı illetle iltibas etmişler, Üstadına fazla minnettarlık gösteriyorlardı.

Halbuki Cenab-ı Hak onlara ders-i Kur’ânîde verdiği nimet-i istifade ile, Üstadlarına ihsan ettiği nimet-i ifadeyi beraber kılmış, mukarenet vermiş.

Onlar derler ki: “Eğer Üstadımız buraya gelmeseydi biz bu dersi alamazdık. Öyle ise onun ifadesi, istifademize illettir.”

Ben de derim: Ey kardeşlerim! Cenab-ı Hakkın bana da, sizlere de ettiği nimet beraber gelmiş. İki nimetin illeti de rahmet-i İlâhiyedir. Ben de sizin gibi, iktiranı illetle iltibas ederek, bir vakit Risale-i Nur’un sizler gibi elmas kalemli yüzer şakirdlerine çok minnettarlık hissediyordum. Ve diyordum ki: “Bunlar olmasaydı, benim gibi yarım ümmî bir bîçare nasıl hizmet edecekti?” Sonra anladım ki, sizlere kalem vasıtasıyla olan kudsî nimetten sonra, bana da bu hizmete muvaffakıyet ihsan etmiş. Birbirine iktiran etmiş; birbirinin illeti olamaz. Ben size teşekkür değil, belki sizi tebrik ediyorum. Siz de bana minnettarlığa bedel, dua ve tebrik ediniz.

Bu Dördüncü Meselede gafletin ne kadar dereceleri bulunduğu anlaşılır.

Lem’alar, On Yedinci Lem’a, s. 231

LÛ­GAT­ÇE:

adem: yokluk.

esbab-ı zâhiriye: görünürdeki sebepler.

esbabperest: sebeplere tapan, sebeplere tapar derecede sevgi ve bağlılık gösteren.

iktiran: iki şeyin beraber gelmesi, bir arada bulunması.

illet: sebep.

iltibas etmek: karıştırmak.

in’am: nimet verme, nimetlendirme.

ma’dum: mevcut olmayan, yok olan.

mağlâta: şaşırtmak veya yanıltmak maksadıyla söylenen asılsız, boş, saçma sapan söz.

mana-yı sarih: açık mana.

mukarenet: bitişme, bitişik, iki şeyin beraberce gelmesi.

mukarin: bir yerde, bir arada bulunan, birlikte olan, bitişik, yakın.

Mün’im-i Hakikî: hakikî nimet verici olan Allah.

perestiş etmek: tapmak; taparcasına sevmek.

şerâit: şartlar.

tevakkuf: bağlı olmak.

yarım ümmî: Üstad Bediüzzaman’ın, el yazısı iyi ve okunaklı olmadığından kendisi hakkında kullandığı bir tâbir.

Okunma Sayısı: 2267
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı