Suâl: “Derman, dermandır; neden zehir olsun?”
Cevap: Bir derdin dermanı başka bir derde zehir olabilir. Bir derman hadden geçse, dert getirir.
Suâl: “Ne diyorsun? ‘Vücudu hastalıktan şişerek dolgunlaşmış kimseyi güzel gördün.’ [Arabî ibarenin meali, Arap atasözü] Hâl-i hazırın eskisi gibi çok fenalığı var; bize zulmeder. Hem de zaafta, kuvvetsizlikte eskisine benzer. Demek, tarif ettiğin Meşrutiyet daha bize selâm etmemiş; tâ ki, biz de ‘Ehlen ve sehlen’ desek?”
Cevap: “Hayır! Aksine, ben bir akarsudan su almak istedim. Bir bulutun çalışıp yağmur indirmesini arzu ettim. Siyah gözlüyü güzel gördüm. Ben huri gibi güzel, hür bir hürriyeti medhettim.” [Arabî ibarenin meali] Fakat sizin divaneliğinizden korkmuş, gelememiş. Zulüm Meşrutiyetin hatası değil, belki kafanızdaki cehaletin zulmetindendir. Siz divanelikle kısa yolu uzun yapıyorsunuz. Gevdan ve Mâmhuran aşiretleri, daha asker gelmeden, alâküllihal vermeye mecbur olan emval-i emîriyeyi hazır etse idiler, şu kadar zulüm olmayacaktı. Evet, bir millet cehaletle hukukunu bilmezse, ehl-i hamiyeti dahi müstebit eder.
Siz diyorsunuz: “Şimdiki hükûmet eskisi gibi zayıftır.”
Evet; kuvvetsizlikte, dokuz yaşındaki çocuk, doksan yaşındaki ihtiyara benzer. Fakat, o kabre müteveccihen iner, eğilir, girer; şu ise, doğrulur, şebâbe doğru yükselir.
Suâl: “Neden böyle bulanıktır, safî olmuyor?”
Cevap: Yüz seneden beri haraba yüz tutan bir şey, birden yapılamaz. Size bir misal söyleyeceğim. Bir bulâgbaşı, çok zaman taaffün ve tesemmüm etmiş, içine çok pislik düşmüş, sonra da onu tasfiye için o pislikleri içinden çıkarılırsa ve bir havuz gibi yapılırsa, acaba pınarın suyu bir zaman bulanık olarak gelmeyecek mi? Fakat merak etmeyiniz; âkıbet berrak olacaktır.
Eski Said Dönemi Eserleri, Münazarat, s. 162
LÛGATÇE:
alâküllihal: ister istemez.
bulâgbaşı: pınar başı, kaynak.
ehlen ve sehlen: hoş geldiniz, buyursunlar.
ehl-i hamiyet: hamiyetli olanlar; din, millet ve vatan gibi değerleri koruma duygusu ve gayreti içinde olanlar.
emval-i emîriye: bir kavmin başına veya hanedanına ait mallar.
müstebit: diktatör, zulüm ve baskı yapan; başkasının hukukunu elinden alan.
şebâb: gençlik.
taaffün: kokuşma, bozulma, çürüme.
tesemmüm: zehirlenme.
zulmet: karanlık.