Kâinatın âlemleri, envaları ve unsurları öyle birbiri içine girift olarak girmiştir ki, kâinatın heyet-i mecmuasına mâlik olmayan bir sebep, hiçbir nev’ine, hiçbir unsuruna hakikî tasarruf edemez. Âdeta ism-i Ferd’in cilve-i vahdeti, bütün kâinatı bir vahdet içine almış, her şey o vahdeti ilân ediyor.
Meselâ: Bu kâinatın lâmbası olan güneşin bir olması, umum kâinat birinin olmasına işaret ettiği gibi; zîhayatların çevik ve çalâk hizmetçileri olan hava unsuru bir olması; ve aşçıları olan ateş bir olması; ve zemin bahçesini sulayan bulut süngeri bir olması; ve umum zîhayatın imdadına yetişen yağmur bir olması ve her yere yetişmesi; ve ekser hayvanat ve nebatat taifelerinin her birisi umum zemin yüzünde serbest yayılmaları, vahdet-i nev’iyeleri ve meskenleri bir bulunması gayet kat’î bir surette işaretler, şehadetlerdir ki, meskenleriyle beraber umum o mevcudat, bir tek Zatın malı olduğuna delâlet ederler.
İşte buna kıyasen, bütün kâinatın böyle birbirine girift olan envaları mecmu kâinatı öyle bir küll hükmüne getirmiştir ki, icad cihetiyle tecezzi kabul etmez. Umum kâinata hükmü geçmeyen bir sebep, rububiyet cihetiyle ve icad keyfiyetiyle hiçbir şeye hükmedemez ve bir tek zerreye rububiyetini dinlettiremez.
ÜÇÜNCÜ İŞARET
İsm-i Ferd’in tecellî-i a’zamıyla kâinatı birbiri içinde hadsiz mektubat-ı Samedâniye hükmüne getirip, her mektupta hadsiz hatem-i vahdaniyet ve pek çok mühr-ü ehadiyet basılmış gibi, her bir mektubun kelimâtı adedince ehadiyet mühürlerini taşıyor ve o mühürlerin adedince kâtibini gösteriyor.
Evet, her bir çiçek, her bir meyve, her bir ot, hatta her bir hayvan, her bir ağaç, birer mühr-ü ehadiyet ve birer sikke-i Samediyet olduklarını; ve bulundukları mekân ise, bir mektup suretini alması cihetiyle, her biri bir imza şeklini alır, o mekânın kâtibini gösteriyor. Meselâ bir bahçede bir sarı çiçek, o bahçe nakkaşının bir mührü hükmündedir. O çiçek mührü kimin ise, bütün zemin yüzündeki o nevi çiçekler, o Zatın kelimeleri hükmünde olduğuna ve o bahçe dahi Onun yazısı olduğuna, açık bir surette delâlet ediyor. Demek oluyor ki, her bir şey, umum eşyayı Hâlık’ına isnad edip a’zamî bir tevhide işaret ediyor.
Lem'alar, 30. Lem'a, 4. Nükte, s. 616
LÛGATÇE:
cilve-i vahdet: Allah’ın birliğinin kâinattaki tecellîleri.
enva: türler, neviler.
Hâlık: her şeyi yoktan var eden, Allah.
hatem-i vahdaniyet: Cenab-ı Allah’ın birliğini ve benzersizliğini gösteren mühür.
ism-i Ferd: Allah’ın tek ve benzersiz olduğunu ifade eden ismi.
mühr-ü ehadiyet: Allah’ın birliğini her bir şeyde gösteren
mühür.
rububiyet: Allah'ın terbiye edicilik sıfatı; her şeyi her halinde terbiye ve idare etmesi.
sikke-i Samediyet: her şeyin Ona muhtaç olup, hiçbir şeye muhtaç olmayan Allah’ın mahlûklar üzerindeki alâmeti.
tecezzi: parçalara ayrılma.
vahdet: birlik, teklik.
zîhayat: hayat sahibi, canlı.