İşte gel, güneş ile muhtelif on iki seyyarenin muvazenelerine bak. Acaba bu muvazene, güneş gibi, Adl ve Kadîr olan Zat-ı Zülcelâl’i göstermiyor mu? Ve bilhassa, seyyarattan olan gemimiz, yani küre-i arz, bir senede yirmi dört bin senelik bir dairede gezer, seyahat eder. Ve o harika sür’atiyle beraber, zeminin yüzünde dizilmiş, istif edilmiş eşyayı dağıtmıyor, sarsmıyor, fezaya fırlatmıyor. Eğer sür’ati bir parça tezyid veya tenkis edilseydi, sekenesini havaya fırlatıp fezada dağıtacaktı. Ve bir dakika, belki bir saniye muvazenesini bozsa, dünyamızı bozacak, belki başkasıyla çarpışacak, bir kıyameti koparacak.
Ve bilhassa zeminin yüzünde, nebatî ve hayvanî dört yüz bin taifenin tevellüdat ve vefiyatça ve iaşe ve yaşayışça rahîmâne muvazeneleri, ziya güneşi gösterdiği gibi, bir tek Zat-ı Adl ve Rahîm’i gösteriyor.
Ve bilhassa o hadsiz milletlerin hadsiz efradından bir tek ferdin azası, cihazatı, duyguları o derece hassas bir mizanla birbiriyle münasebettar ve muvazenettedir ki, o tenasüp, o muvazene, bedahet derecesinde bir Sâni-i Adl ve Hakîm’i gösteriyor.
Ve bilhassa her ferd-i hayvanînin bedenindeki hüceyratın ve kan mecralarının ve kandaki küreyvatın ve o küreyvattaki zerrelerin o derece ince ve hassas ve harika muvazeneleri var; bilbedahe ispat eder ki, her şeyin dizgini elinde ve her şeyin anahtarı yanında ve bir şey bir şeye mâni olmuyor, umum eşyayı bir tek şey gibi kolayca idare eden bir tek Hâlık-ı Adl ve Hakîm’in mizanıyla, kanunuyla, nizamıyla terbiye ve idare oluyor.
Haşrin mahkeme-i kübrasında, mizan-ı a’zam-ı adaletinde cin ve insin muvazene-i a’mâllerini istib’ad edip inanmayan, bu dünyada gözüyle gördüğü bu muvazene-i ekbere dikkat etse, elbette istib’adı kalmaz.
Ey israflı, iktisatsız, ey zulümlü, adaletsiz, ey kirli, nezafetsiz, bedbaht insan! Bütün kâinatın ve bütün mevcudatın düstur-u hareketi olan iktisat ve nezafet ve adaleti yapmadığından, umum mevcudata muhalefetinle, manen onların nefretlerine ve hiddetlerine mazhar oluyorsun. Neye dayanıyorsun ki umum mevcudatı zulmünle, mizansızlığınla, israfınla, nezafetsizliğinle kızdırıyorsun?
Lem'alar, 30. Lem'a, 2. Nükte, s. 602
LÛGATÇE:
Adl: “sonsuz adalet sahibi, her şeyi bellli bir ölçü, belirli bir miktar ile yaratan” manasında Cenab-ı Hakkın bir ismi.
bedbaht: bahtsız, zavallı.
Hâlık-ı Adl ve Hakîm: her şeyi hikmet ve adaletle yaratan Allah.
iaşe: yaşatma, besleme.
istib’ad: akıldan uzak görme.
küre-i arz: dünya, yer küre.
küreyvat: yuvarlar.
muvazene: denge, ölçülü oluş.
muvazene-i a’mâl: amellerin tartılıp hesaplanması, ölçümü.
nezafet: temizlik, paklık.
Sâni-i Adl ve Hakîm: her şeyi sanat ve hikmetle yaratan adalet sahibi Allah.
sekene: sakinler, oturanlar.
seyyare: gezegen.
tenasüp: uygunluk.
tenkis: noksanlaştırma, eksiltme.
tevellüdat: tevellüdler, doğumlar.
tezyid: arttırma, çoğaltma.
Zat-ı Zülcelâl: celâl ve büyüklük sahibi olan Allah.
ziya: ışık.