İ’lem Eyyühe’l-Aziz!
İnsanı fıtraten bütün hayvanlara tefevvuk ettiren camiiyetinin meziyetlerinden biri, zevi’l-hayatın Vâhibü’l-Hayat’a olan tahiyye ve tesbihlerini fehmetmektir. Yani, insan kendi kelâmını fehmettiği gibi, iman kulağıyla zevi’l-hayatın da, belki cemâdâtın da bütün tesbihlerini fehmeder. Demek, her şey, sağır adam gibi, yalnız kendi kelâmını anlar. İnsan ise bütün mevcudatın lisanlarıyla tekellüm ettikleri Esma-i Hüsnanın delillerini fehmeder. Binaenaleyh, her şeyin kıymeti kendisine göre cüz’îdir, insanın kıymeti ise küllîdir. Demek, bir insan bir ferd iken, bir nevi gibi olur. “Vallahu a’lemü bi’s-savâb.” [En doğrusunu ancak Allah bilir.]
İ’lem Eyyühe’l-Aziz!
Zâhir ile bâtın arasında müşabehet varsa da, hakikate bakılırsa, aralarında büyük uzaklık vardır.
Meselâ, âmiyâne olan tevhid-i zâhirî, hiçbir şeyi Allah’ın gayrısına isnad etmemekten ibarettir. Böyle bir nefiy, sehil ve basittir. Ehl-i hakikatin hakikî tevhidleri ise her şeyi Cenab-ı Hakk’a isnad etmekle beraber, her şeyin üstünde bulunan mührünü, sikkesini görüp okumaktan ibarettir. Bu, huzuru ispat, gafleti nefyeder.
İ’lem Eyyühe’l-Aziz!
Hayat-ı dünyeviyeye kasden ve bizzat teveccüh edip bağlanan kâfirin imhal-i ikàbında ve bilâkis terakkiyat-ı maddiyede muvaffakıyetindeki hikmet nedir?
Evet, o kâfir, kendi terkibiyle, sanatıyla Cenab-ı Hakça nev-i beşere takdir edilen nimetlerin tezahürüne şuuru olmaksızın hizmet ediyor. Ve güzel masnuat-ı İlâhiyenin mehasinini bilâşuur tanzim ediyor. Ve kuvveden fiile çıkartmakla, garabet-i sanat-ı İlâhiyeye nazarları celb ediyor. Ne fayda ki, farkında değildir. Demek o kâfir, saat gibi kendi yaptığı amelden haberi yok; amma vakitleri bildirmek gibi nev-i beşere pek büyük bir hizmeti vardır. Bu sırra binaen dünyada mükâfatını görür.
Mesnevî-i Nuriye, Onuncu Risale, s. 231-232
LÛGATÇE:
âmiyâne: Basitçe, üstünkörü.
bâtın: Görünmeyen taraf, iç kısım.
camiiyet: Toplayıcı, ihtiva ve ihata edicilik.
cemâdât: Cansız varlıklar.
cüz’î: Küçük.
fehmetmek: Anlamak, idrak etmek.
fıtraten: Yaratılışça.
i’lem eyyühe’l-aziz: Ey aziz kardeşim, bil ki.
imhal-i ikàb: Cezaya çarptırmada, cezalandırmada süre verme, mühlet verme.
isnad etmek: Dayandırmak.
küllî: Büyük; geniş, umumî.
masnuat-ı İlâhîye: Allah’ın sanatla yarattığı varlıklar.
müşabehet: Benzeme.
nefiy: Yok sayma; Allah’tan başka ilâh kabul etmeme.
nevi: Tür.
sehil: Kolay.
tahiyye: Her hayat sahibinin kendi ibadetini selâm manasında Allah’a arz etmesi.
tefevvuk ettirmek: Üstün getirmek.
tekellüm etmek: Söylemek, konuşmak.
terakkiyat-ı maddiye: Maddî ilerlemeler, yükselmeler, gelişmeler.
tevhid-i zâhirî: Delillere bakmaksızın, genel olarak Allah’ın bir olduğunu kabul edip söyleme.
Vâhibü’l-Hayat: Hayat veren, hayat bağışlayan, Allah.
zâhir: Dış görünüş.
zevi’l-hayat: Hayat sahipleri, canlılar.