Kalbin umûr-u dünyeviye ile kasden iştigal etmek için yaratılmış olmadığı şöylece izah edilebilir:
Görüyoruz ki kalp, hangi bir şeye el atarsa, bütün kuvvetiyle, şiddetiyle o şeye bağlanır, büyük bir ihtimam ile eline alır, kucaklar. Ve ebedî bir devamla, onunla beraber kalmak istiyor. Ve onun hakkında tam manasıyla fenâ olur. Ve en büyük ve en devamlı şeylerin peşindedir, talebindedir. Halbuki umûr-u dünyeviyeden herhangi bir emir olursa, kalbin istek ve âmâline nazaran bir kıl kadardır. Demek kalp, ebedü’l-âbâda müteveccih açılmış bir penceredir. Bu fânî dünyaya razı değildir.
İ’lem Eyyühe’l-Aziz!
Kur’ân, semadan nâzil olmuştur. Ve onun nüzulüyle semavî bir mâide ve bir sofra-i İlâhiye de nâzil olmuştur. Bu mâide, tabakat-ı beşerin iştiha ve istifadelerine göre ayrılmış safhaları hâvîdir. O mâidenin sathında, yüzünde bulunan ilk safha tabaka-i avama aittir.
Meselâ: “Gökler ve yer bitişik iken Biz onları birbirinden koparıp ayırdık. (Enbiya Sûresi: 30.)” âyet-i kerîmesi, beşerin birinci tabakasına şu manayı ifham ve ifade ediyor:
Semavat, ayaz, bulutsuz, yağmuru yağdıracak bir kabiliyette olmadığı gibi, arz da kupkuru nebatatı yetiştirecek bir şekilde değildir. Sonra ikisinin de yapışıklıklarını izale ve fetk ettik. Birisinden sular inmeye, ötekisinden nebatat çıkmaya başladı. Mezkûr âyetin ifade ettiği şu manaya delâlet eden, ”Her canlı şeyi de sudan yarattık. (Enbiya Sûresi: 30.)” âyet-i kerîmesidir. Çünkü hayvânî ve nebatî olan hayatları koruyan gıdalar, ancak arz ve semanın izdivacından tevellüd edebilir.
Mezkûr âyetin tabaka-i avama ait safhasının arkasında şöyle bir safha da vardır ki:
Nur-u Muhammediyeden (asm) yaratılan madde-i aciniyeden, seyyarat ile şemsin o nurun macun ve hamurundan infisal ettirilmesine işarettir.
Bu safhayı delâletiyle teyid eden, “Allah’ın ilk yarattığı şey, benim nurumdur.” olan hadis-i şerifidir.
İkinci Misal: ”Onların ilk yaratılışı Bize zor mu geldi ki, tekrar diriltmekten âciz kalalım. (Kaf Sûresi: 15.)” olan ayet-i kerîmenin tabaka-i avama ait safhasında şu mana vardır:
“Onlar, daha acib olan birinci yaratılışlarını şehadetle ikrar ettikleri halde, daha ehven, daha kolay ikinci yaratılışlarını uzak görüyorlar.”
Şu safhanın arkasında haşir ve neşrin pek kolay olduğunu tenvir eden büyük bir bürhan vardır.
Ey haşir ve neşri inkâr eden kafasız! Ömründe kaç defa cismini tebdil ediyorsun? Sabah ve akşam elbiseni değiştirdiğin gibi, her senede bir defa tamamıyla cismini tebdil ve tecdid ediyorsun, haberin var mıdır? Belki her senede, her günde cisminden bir kısım şeyler ölür, yerine emsali gelir; bunu hiç düşünemiyorsun. Çünkü kafan boştur.
Eğer düşünebilseydin, her vakit âlemde binlerce numuneleri vukua gelen haşir ve neşri inkâr etmezdin. Doktora git, kafanı tedavi ettir.
Mesnevî-i Nuriye, s. 134
LÛGATÇE:
âmâl: Emeller, arzular, istekler.
ebedü’l-âbâd: Ebedlerin ebedi, tükenmez, ebedî hayat, sonsuzluk.
emir: İş.
fetk etmek: Ayırmak.
haşir: Öldükten sonra diriliş.
infisal: Olduğu yerden ayrılma, yerini bırakıp gitme.
madde-i aciniye: Hamur gibi yoğrulmuş cisim.
mâide: Sofra, üzerinde nimetler bulunan sofra.
tabaka-i avam: Avam tabakası, halktan ilmi irfanı az olanların tabakası.
umûr-u dünyeviye: Dünyevî işler, dünyaya ait işler.