Elcevap: Zaten istibdat herkesin şevkini kırıp, atalete sevk ediyordu. Şimdi ise, madem ki Meşrûtiyette efkâr-ı âmme hâkimdir; o efkârın eczâsı da her ferdin fikr-i mahsusudur. Her fert de hareket etmek lâzımdır; tâ cereyan-ı umûmî muhtel olmasın. Binaenaleyh, yalnız saadet-i vatan ve selâmet-i hükûmet olan makàsıd, farz-ı kifaye gibi telâkki olunduğundan herkes “Neme lâzım, başkası düşünsün” gibi cevab-ı miskinâneye ve başkasına havale ve itimat etmek gibi tevekkül-ü âcizâneye müsait bir zemin oluyor.
Amma hubb-u din ve i’lâ-yı kelimetullah herkese farz-ı ayn olduğundan, herkes kendini mükellef bildiğinden, “Onlar bir görüş sahibiyse, biz de bir görüş sahibiyiz.” na’ra-i merdânesiyle teşmir-i sâk ederek, zincir-i ataleti kırmak ve perde-i sefaleti yırtmakla meydan-ı terakkîye atılacaktır. Şimdiye kadar ihtilâf-ı efkârımızdan istibdat istifade etti. Kezalik, ihtilâf-ı İslâm’dan Avrupa da istifade ederek istibdad-ı manevîleri altında bizi ezdi. Şimdi, evvelâ biz müttefik olalım; tâ ki dest-i vifakı bizdeki gayr-i müslimlere de uzatabilelim. Ve Avrupa’nın istibdad-ı maneviyesi de Meşrûtiyet-i maneviyeye inkılâb edebilsin.
Eski Said Dönemi Eserleri,
Makalat, s. 67
LÛGATÇE:
atalet: Âtıllık, tembellik.
cereyan-ı umûmî: Genel gidişat.
eczâ: Cüzler, parçalar.
efkâr-ı âmme: Umumun fikri, kamuoyu.
fikr-i mahsus: Özel fikir, kişinin kendi düşüncesi.
hubb-u din: Din sevgisi.
istibdat: Kanuna ve nizama tâbi olmayan, keyfî, baskıcı yönetim; zulüm ve tahakküm.
makàsıd: Maksatlar.
muhtel: Bozuk, bozulmuş.
teşmir-i sâk: Kolları sıvama, bir işe girişme.