"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Bildirici sorularımızı cevaplandırdı: Demokrasi gazetecilerin oksijenidir

27 Temmuz 2020, Pazartesi 00:20
HÜRRİYET’İN ESKİ OKUR TEMSİLCİSİ VE RTÜK ESKİ ÜYESİ BİLDİRİCİ: MEDYADAKİ 28 ŞUBAT ÇÜRÜMÜŞLÜĞÜ BU İKTİDARLA DEVAM EDİYOR.

RÖPORTAJ: NETİCE KÜBRA GÖRENTAŞ

GİRİŞ: Demokrasinin ayrılmaz bir parçası olan medya ve basın özgürlüğü son yıllarda ciddi darbeler aldı. Gazetelerin son yıllarda hem fiziki olarak hem de fikri (zihniyet) olarak yaşadığı dönüşüm ve değişimleri deneyimli gazeteci Faruk Bildirici ile konuştuk. Bildirici, 1980’lerde ve 1990’larda gazeteciliği ve son 20 yıllık bir süreci kapsayan AKP döneminde medyanın yaşadığı dönüşümü, bu yıllarda aktif gazetecilik yapmış biri olarak değerlendirdi. 

Önyargı 28 Şubat’ta zirveye çıktı

“28 Şubat öncesinde de özellikle İslamî kesimlere yönelik bir önyargı ve gazetecilik ilkelerine uymayan habercilik tarzı vardı. 28 Şubat'ta bu zirveye çıktı. Birini eleştirecekseniz, ortada habercilik açısından birşey varsa eleştirirsiniz. Ama orada öyle değildi maalesef. Ve gerçekten bir kutuplaştırma yaşandı. Ana akım medya toplumun bir kesimini tamamen dışlayan yayınlar yaptı.”

Gazetelere artık hazır haber geliyor

“Erdoğan iktidara geldiğinde söylediği 'Ben medyayla savaşarak geldim' sözü doğruydu. Ama asıl yapılması gereken, medyadaki o yanlışların, çarpıklıkların, çürümüşlüklerin düzeltilmesiydi. Fakat bu iktidar o çürümüşlüğü düzeltmek yerine, kullanma yoluna gitti. Eskiden bir bakan, bürokrat, siyasetçi, iş insanı gazete yönetimini arayıp şunu derdi; 'Şu haberi yapmasanız.' Şimdi artık hazır haberler geliyor.”

***

DEMOKRASİ GAZETECİLERİN OKSİJENİDİR

Faruk Bildirici: Otosansür yaygınlaşıyor, bu çok daha tehlikeli bir durum aslında bir yerde. Çünkü korkan gazeteci, ki zaten gazeteciye kalmadan o medya kuruluşunun sahibi, yöneticisi önlem alıyor.

AKP döneminde medyada yaşanan dönüşümü ve gelinen durumu kendi meslekî yolculuğunuzla bağlantılı olarak ve özellikle 28 Şubat dönemindeki durumla kıyaslayarak yorumlar mısınız?

8 Şubat Dönemi’ diye aslında çok özel bir gazetecilik dönemi ayırmıyorum. Türkiye’de ana akım gazetecilik zaten her zaman egemen düşünce yapısının bir devamı, uzantısı oldu. Devlet yapısının savunduğu değerlerle, yaptıklarıyla, propagandasıyla hep iç içe oldu. Onlara karşı yapılan, onlara eleştirel yaklaşılan, onların gerçekten bağımsız bir şekilde değerlendirildiği bir medya maalesef  Türkiye’de genel olarak olmadı. Elbette tek tek çabalar, girişimler vardı o yapının içerisinde. Gerek gazeteci arkadaşlar, gerekse farklı gazeteler vardı, ama ana akım olarak bu olmadı. 1980’lerden itibaren medya ciddi bir dönüşüm yaşadı. Biz önce matbuattan basına dönüşmüştük, 1980’lerden itibaren ise basından medyaya dönüştük. Medyada sahiplik yapısı değişti. Yeni katılımlar oldu, özel radyolar, özel televizyonlar ve tabiî daha sonra internet çağı geldi. Bütün bunlarla birlikte medyadaki dönüşüm sadece kendi işlevini yani insanlara bilgi verme, haber verme işlevini yerine getirmenin ötesine geçti. 

28 Şubat var olan çürümüşlüğün devamıydı

Medya siyaset dünyasıyla, iş dünyasıyla çok iç içe geçti. Ve bu iç içe geçişte insanlara haber vermek yerine, patronajın kaygıları, onların ticari beklentileri, dolayısıyla siyasi iktidarla yakınlık, siyasi güç odaklarının taleplerini yerine getirmek, hatta onlara yer yer aracı olmak, onların temsilcisi olmak gibi bir işleve dönüştü. 28 Şubat’taki tavır da aslında onların devamıydı. Siyaset ve medya iç içe geçmişliğinin devamı olarak ya da siyaset, devlet kuruluşlarıyla iç içe geçmişliğin uzantısı, devamı olarak 28 Şubat’taki o politikalar aynen medyaya da yansıdı. Olan şey buydu. Daha açık söylemek gerekirse bir çürümüşlük vardı, bu çürümüşlük ciddi bir siyasal devinimin olduğu dönemde de kendini çok daha farklı biçimde açığa çıkardı. Geçmişe baktığınızda, 28 Şubat hem bir yandan Türkiye’de siyasete dışarıdan yapılan müdahalelerin dönemidir, hem de bir yandan bakarsanız Türkiye’de derin devlete karşı toplumsal tepkinin de yükseldiği dönemdir. Susurluk olayından itibaren. Bunlar hep iç içe geçti. Zaten dünyada da, Türkiye’de de hiçbir toplumsal olayı tek etkenle açıklamak mümkün değildir. Bizde de öyle oldu tabiî ki… 

Patronaja karşı çıkma veya bu bağlılığı kırma girişimleri gazeteciler tarafından ortaya konulamadı mı? Türkiye’de patron bağını kırma gibi bir çaba olmadı mı?

Oldu. Türkiye’de 1968’den itibaren özgürlük mücadelelerinin ağır bastığı bir dönemdi. 1970 ve 1980 arası zaten o tür mücadelelerin daha çok ağırlık kazandığı, Türkiye’de yayıncılığın çok daha genişlediği, kitap ve dergi basımının çok genişlediği bir dönem. Özellikle 1970’lerin sonundan itibaren Türkiye’de basında da 1960’dan itibaren gelen sendikacılık geleneği güçlüdür. 1980 sadece yönetimi değiştiren bir askeri darbe değildi, toplumun her tarafına sızdı. Her tarafına müdahale etti, dönüştürdü, değiştirdi. 1980 Türkiye’de medyada da sendikacılığı ortadan kaldırdı. 1980 sonrasında sendikal girişimler oldu. Sendika yeniden devam etti. Ama maalesef bu sefer de az önce sözünü ettiğim, sahiplik yapısının değişmesi, holdingleşme ile karşı karşıya kaldı. O holdingleşme karşısında maalesef Türkiye’de gazetecilik sendikacılığı çok etkili olamadı. Sanıyorum bunun öncülüğünü de Aydın Doğan yaptı. Milliyet’te ilk sendikayı tamamen dışladı, sonra Hürriyet’te sendikayı yok etti. Ondan sonra onu diğer gazete sahipleri, holding sahipleri izlediler ve sendikalar tamamen medyadan dışarı atıldı. O bir milattı bizim için. Biz örgütsüz kaldık, kendimizi savunacak örgütümüz kalmadı. Gazeteci, patron karşısında tek başına kaldı. Türkiye’de sendikalar dışında gazetecileri savunacak, onların meslekteki dayanışmasını sağlayacak kuruluşlar nedir; Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, Ankara Gazeteciler Cemiyeti, Çağdaş Gazeteciler Derneği gibi dernekler var. Ama bunlar çok yetersiz, üstelik tüm gazetecileri kendi bünyesinde barındırmıyor. Dolayısıyla biz savunmasız kaldık. Tek tek patronlar karşısında ve az önce sözünü ettiğim o sistem karşısında tek tek güçsüz kaldık. Gazeteci dediğiniz insan nedir; aslında sessizlerin sesi, güçsüzlerin gücü olur deriz, ama biz kendimizin gücü olamadık. Biz savunmasız hale geldik. Gazeteci, patron karşısında tek başına kaldı. Ama tabii ki tek tek mücadele eden arkadaşlar, bununla ilgili başarılı girişimler oldu. Genel olarak baktığımızda maalesef sisteme karşı yeterli mücadele verebilmiş değiliz. 

28 Şubat döneminde çok ağır manşetler atıldı ve ‘cadı avı’ diyebileceğimiz birçok hadise medyanın da desteği ve etkisiyle yaşandı. Bugün de benzer bir durum el değiştiren medya organları tarafından farklı kesimlere yönelik yapılıyor. Bu durum için neler söylersiniz? Bunun bir sonu yok mu?

Bunun sonu yok, ama toplumsal dönüşümler böyle olur. Sonuna kadar sürekli mücadele ile olur. Başka türlü mümkün değil. Eskiden de 28 Şubat öncesinde de özellikle İslami kesimlere yönelik bir ön yargı ve gazetecilik ilkelerine uymayan habercilik tarzı vardı. 28 Şubat’ta bu zirveye çıktı. Birini eleştirecekseniz, ortada habercilik açısından bir şey varsa eleştirirsiniz. Ama orada öyle değildi maalesef. Ve gerçekten de söylediğiniz gibi bir kutuplaştırma yaşandı. Ana akım medya toplumun bir kesimini tamamen dışlayan yayınlar yaptı. Ben de içerisindeydim tabiî, bunu söylemem lazım. Ne kadar karşı çıktım? Belki bir ölçüde karşı çıktım. İnsan içerisindeyken bugün gördüğü gibi görmeyebiliyor. ‘Günahlarımızla Yıkandık’ isimli bir kitabım var, özellikle Hürriyet gazetesindeki ombudsmanlık dönemimi değerlendiren bir kitap. Ben ‘Günahlarımızla Yıkandık’ anlatısını çok doğru buluyorum. Şundan dolayı; her tarafta günahlar varken, günahlar işlenirken ya da tüm medya çamur içerisindeyken, siz de o çamurun dışında kalamazsınız. Kendi adıma ben de o günahlardan payımı aldım, ben de işledim. Ben şuna inanıyorum zaten; bir gazeteci aslında tüm insanlar gibi hatasını itiraf edebilmeli, hatasını kabul edebilmeli varsa tabiî. Hatasız insan olabileceğini de sanmıyorum zaten. Açık yüreklilikle kabul edip, bizim karşımızdaki insanlara yani, haber tüketicilerine, okurlara, izleyicilere bunu açık açık söylemek lazım. ‘Evet kardeşim, ben geçmişte şöyle bir hata yaptım’ diyebilmeli. O nedenle birisi bana derse ki ‘Kardeşim sen de 28 Şubat’ta şöyle bir şey yaptın, hataydı,’ bakar incelerim ve doğruysa ben de özür dilerim, yapabileceğim şey budur. Geçmişe baktığımda o dönem gazetecilik açısından kötü bir dönemdi. Yine tekrarlamak isterim, sadece o 28 Şubat’taki kısa dönem değil, ondan öncesi de zaten çok başarılı bir gazetecilik değildir. Bir nevi o çürümenin devamı oldu. Tayyip Erdoğan’ın ‘medyayla savaşarak geldim’ sözü doğruydu!

O dönemlerle bugünü kıyaslarsak neler söylersiniz? 

Bir çürüme vardı, 28 Şubat devamı oldu. Tayyip Erdoğan iktidara geldiğinde söylediği söz; ‘Ben medyayla savaşarak geldim’ sözü doğruydu. Ama yöntem olarak bence bu ülkenin insanlarına katkı için asıl yapılması gereken, medyadaki o yanlışların, çarpıklıkların, çürümüşlüklerin düzeltilmesiydi. Fakat bu iktidar o çürümüşlüğü düzeltmek yerine, o çürümüşlüğü kullanma yoluna gitti. Medya zaten siyasetle iç içe geçmişti, patronajın çıkarları için iç içe geçmişti. Kamu yararını bir kenara bırakmıştı. Bu iktidar da dedi ki; ‘Kardeşim, siz madem siyasetçilerin aygıtı haline gelmişsiniz, biraz da bizim için yayın yapın. Biraz da sizi biz kullanalım’ dediler ve bu hale geldi. Eğer bu siyasi iktidar iş başına gelmeden önce evrensel gazetecilik ilkelerine göre yayın yapan, doğru düzgün gazeteler, televizyonlar olsaydı, bu iktidarın bu tarz yönelimlerine, isteklerine, çabalarına karşı daha rahat direnilebilirdi. Ama direnilemedi, çünkü zaten kötüydük. O dönemde de insanlar sürekli hapse atılıyor, kitaplar yakılıyordu Ben Haziran 1980’de gazeteciliğe başladım. 12 Eylül döneminde asıl gazeteciliği gördüm ve Cumhuriyet gazetesinde başladım. O dönem gerçekten kara bir dönemdi. Dernekler, sendikalar kapatılmış, insanlar sürekli hapse atılıyor, kitaplar yakılıyor. Siyasi partiler, Meclis kapanmış, öyle bir ortam ve bu ortamda gazetecilik yapıyorsunuz. Fakat yine de sansür, otosansürden daha öndeydi o dönemde. Daha açık bir sansür dönemiydi. Bize her akşam telefon geliyordu akşama doğru, yüzbaşı ya da onbaşı telefon ediyor, diyor ki şöyle bir olay oldu bunu yazamazsınız, o kadar. Zaten askeri rejimin sınırları belliydi. Şimdi de parti gazeteleri ortaya çıkarıldı /Cumhurbaşkanı’nın demeçleriyle gazeteciler göz altına alındı. Bu dönemde epeyce ciddi farklılıklar var. O dönemde de gazeteciler hapse atılıyordu ama burada birincisi medya öncelikle değiştirildi. Tıpkı Türkiye’de 1960’lardan önce gözüken, tek partili rejimde gözüken parti gazeteleri gibi gazeteler ortaya çıkarıldı. Ulus, Son Havadis gibi parti gazeteleri ortaya çıkarıldı. Medya bir anlamda değiştirildi. Değiştirilmekle kalınmadı, gazeteciler tek tek hedef alınmaya başlandı. Kimisi sürekli göz altına alındı, kimisi sürekli hapse atıldı, kimisi ülkeden çıktı gitti. Gazeteciler hedef alındı. Bu hedef alınma sadece gözaltıyla sınırlı kalmadı. Doğrudan Cumhurbaşkanı’nın demeçleriyle, açıklamalarıyla gazeteciler göz altına alındı. Burada her ne kadar gazeteciler kendi yaptıkları işten dolayı gözaltına alınmıyor, hapse atılmıyor dense bile, olan çok açık. Gazeteci arkadaşlarımız işte son örnekler, Barış Pehlivan, Barış Terkoğlu, Müyesser Yıldız, Hülya Kılınç, Murat Ağırel, Ferhat Çelik, Aydın Keser örneklerinde de görüldüğü gibi resmen sadece ve sadece yazdıkları haberlerden dolayı, kitaplardan dolayı gözaltına alınıyor, tutuklanıyorlar. Bunlar görüldü. Bu işin bir tarafı. Tek tek gazetecilerin tutuklanması, baskı altına alınması, gazetelerin devşrilmesi… Ve bununla da yetinilmedi. Diğer bunlar dışında kalan bağımsız ve eleştirel gazeteler, televizyonlar, radyo kuruluşları, haber siteleri de ayrıca baskı altına alındılar. Bu dönemdeki habercilikte, oluşturulan baskı ortamının sonucunda şöyle bir fark oluştu: 12 Eylül ve öncesinde sansür çok belirgindi, şimdi sansür ve otosansür ek olarak daha belirgin. Çünkü gazeteciler otosansür yapmak zorunda kalıyorlar. Sınır zaman zaman çok belirgin değil. 

Otosansür yaygınlaşıyor

O nedenle otosansür yaygınlaşıyor, bu çok daha tehlikeli bir durum aslında bir yerde. Çünkü korkan gazeteci, sınırlara dokununca başına bir şeyler geleceğinden endişe eden gazeteci ki zaten gazeteciye kalmadan o medya kuruluşunun sahibi, yöneticisi önlem alıyor. Bu dönem öncesinde özellikle 1990’larda yapılan habercilikte, bir bakan, bir bürokrat, siyasetçi ya da bir iş insanı, arayıp gazeteciyi ya da gazete yönetimine şunu derdi; ‘Ya şu haberi yapmasanız’ O ilişkileri kullanarak bazı haberler engellenmeye çalışılırdı. O dönemlerde yöntem buydu. 

Artık hazır haberler geliyor

Şimdi daha farklı bir aşamaya geldik, -bazı haberlerin çıkmaması gibi bir yöntem, ilişkiler ağı sayesinde tabii ki yine devam ediyor ama daha ötesine geçtik. Bu sefer hazır haberler geliyor. Artık işte o haberi kullanmayın değil, şu haberi kullanın, şu haberi şöyle kullanın, manşetten kullanın, ilk haber yapın televizyonda, 5 dakika verin falan gibi bir hale geldi artık. Ve gazetecinin asli işlevi olan soru sormak diye bir şey kalmıyor. Yani nedir bizim temel işlevimiz; eleştirmek ve soru sormak, kamu adına perde arkasını, nedenlerini ortaya çıkarıp eğer sorunlar varsa insanlara haber vermek. Bizim işimiz bu. Ama onu yapamıyoruz şu an. Ortada soru soran gazeteci bırakmadılar. Böyle bir fark arada. İşlevsizleştirildi. İşlevleri gerçekleri aktarmak değil, gerçeklerin üzerini örtmek. Temel işlevimiz insanlara haber vermek, bilgi vermek iken şimdi bakıyorum medyada öyle gazeteler, öyle televizyonlar var ki temel işlevi sanki insanlara haber vermek değil de bazı haberlerin insanlar tarafından duyulmasını engellemek. Örneğin Türkiye’de şu anda bir ekonomik sorunlar var, insanlar ekonomik problemler arasında ezilip duruyorlar. Ama bazı gazetelere televizyonlara bakarsanız her şey güllük gülistanlık. Böyle bir durum var yani. İşlevleri gerçekleri aktarmak değil, gerçeklerin üzerini örtmek. Zaman zaman özellikle seçim dönemlerinde bu yayın organları bir propaganda aracı haline geliyorlar. Yani habercilik falan her şey bir kenarda kalıyor. İktidar partisinin propagandasını yapıyorlar. Eskiden bu kadar bariz şeyler yoktu tabii. Özetlersem, yoğun bir baskı, kendi işlevinden son derece uzaklaşmış bir medya var artık ortada. 

Okunma Sayısı: 2704
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı