Şair Turgut Uyar’ın İstanbul’da bir sahafı anlattığı “Yasin Efendi” şiiri, şimdi sahaflar çarşısında asla karşılaşamayacağımız
bir sahafın mütevaziliği ve sadeliğini anlatıyor.
Sahaf Yasin Efendi’yi arıyoruzKonuya vâkıf olanların anlattığı şekliyle bu ortamlarda 68 kuşağına mensup kişiler gibi bir masanın etrafında çayla beraber sohbet edilen bir manzarayla karşılaşmak mümkün değil. Sahaflık, bir gönül işi olmaktan çıkıp eski kitap alınıp satılan yer şeklinde algılanıyor artık. Yalın ve ruhsuz mekânlar haline getirilen bu ortamları, Sahaflar Çarşısı’nda da görüyoruz maalesef. Sahaf dükkânları arasında en önemli yerin kuşkusuz İstanbul olduğu biliniyor, ama ne yazık ki çağın gürültüsü ve karmaşası içinde nitelik ve niceliğini kaybediyor. Bütün bunların yanında sahaf olmak ciddî bir iş, yani uzman olmak gerek. Eskiden öyle herkes sahaf olamaz, bu işle uğraşmak için önce çırak, daha sonra sırasıyla usta olmaya kadar eğitim ve bilgili olmak gerekiyormuş. Çünkü hakikî sahaf, kitabın gerçek değerinin dışında kalan biriktirmek, sahiplenmek, maddî bir kazanç sağlamak gibi dürtülerin etkisi altında kalmaz. Sahaf - okur arasındaki ilişki kitaba emanetçi olmaktan ileri gelirdi ve erbabına satma adabı son derece önemliydi. Öyle şimdiki kitapçılar gibi istediğiniz kitabı bilgisayar tuşuna basarak bulmaya çalışmıyorlardı, size en uygun kitabı bakışlarınızdan ve konuşmanızdan anlayıp teslim ederlerdi.
SAHAFLAR ÇARŞISISahaflar Çarşısı, 15. yy’dan günümüze uzanan bir geçmişe sahip. Eskiden medrese öğrencilerinin ihtiyaçlarını karşılayan sahaf dükkânları, medrese çevresinde bulunurlardı. 1460 yılında Kapalıçarşı inşaatı tamamlandıktan sonra, bu dükkânlara Kapalıçarşı içinde yer tahsis edilmiş ve sahaf dükkânları bir araya toplanmıştır. Burada 1460 ve 1894 yılında gerçekleşen İstanbul depremine kadar faaliyet göstermiş, depremden sonra çarşı, o zamanki adıyla Hakkaklar çarşısı olarak bilinen bugünkü yerine taşınmıştır. Sahaflar Çarşısı için Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nde dükkân sayısının 50, ulemaya hizmet eden sahaf esnafının da 300 olduğundan bahsetmekte. 1950 yılında çıkan yangından sonra tamamen yanmış ve içinde bulunan binlerce yazma eser kül olmuştu. İstanbul Belediyesi yanmayan yerleri kamulaştırıp, ahşap dükkânları da betonarmeye çevirerek, çarşıyı bugünkü mimarî durumuna getirmiştir. Ayrıca çarşının ortasına da ilk Türk matbaacısı olan İbrahim Müteferrika’nın büstü yerleştirilmiş durumda. Sahaflar Çarşısı her ne kadar bugün eski fonksiyonunu ifa etmenin çok uzağında olsa da heyecan ve umut uyandıran bir yer olma vasfını koruyor diyebiliriz.
BİR ESER VE SAHAFLIK Türkiye’de kültür ve edebiyat tarihi alanında yaptığı çalışmalarla tanınan Prof. Dr. İsmail E. Erünsal’ın çok uzun yıllar üzerinde çalıştığı “Osmanlılarda Sahaflık ve Sahaflar” kitabı, başta İstanbul olmak üzere Bursa ve Edirne’ye ait 3 bin civarında mahkeme defterinin taranmasıyla elde edilen 200’e yakın sahaf terekesi yanında birçok arşiv vesikası da kullanılarak Osmanlı dönemindeki sahaflık üzerine ayrıntılı bilgi veriyor. Çok değerli tarihi bilgiler veren Erünsal, yakın dönem sahaflarına da yer vererek çarpıcı anekdotlar da aktarıyor. Bu işin meraklıları ve bilgi sahibi olmak isteyenler için mutlaka incelenmesi ve kütüphanelerinde bulundurmaları gereken bir kitap.
SAMİMÎ ANEKDOTLARİstanbul’un namlı sahaflarından olan ve 2008 yılında aramızdan ayrılan Tayfun Kurt anısına açılan ‘tayfunkurt.net’ internet adresinde ilginç, ama dokunaklı bir anekdot var.“Bir gün Kadıköy Cafer Ağa Mahallesi’ndeki sahaf dükkânına temiz giyimli, yanında küçük çocuğuyla bir kadın girer ve sahafa elindeki torbada taşıdığı kitapları satmak istediğini söyler. Sahaf kitaplara şöyle bir bakar ve kadına bu kitaplar için ne istediğini sorar. Kadın ‘Siz ne verirseniz’ deyince sahaf o kitaplar için oldukça yüksek bir fiyat ödeyerek kitapları alır. Bu olayı izleyen dükkândaki müşterisi “Abi o kitaplara bu para verilir mi?” diye sorar. Sahafın cevabı: O kadında üç beş kitabı dükkân dükkân dolaştırıp satacak kılık var mı? Belli ki dara düşmüş işte” olur. Yine başka bir gün ise bir müşteri sahafa aradığı nadir bir kitabın adını verir. Kitap sahafta vardır. Ama uzunca bir hoşbeşten sonra sahaf, üstelik de fiyat dahi sormayan bu müşteriye kitabı vermez. İkinci olaya şahit olan müşteri yine dükkândadır. Alıcı çıktıktan sonra sahafa kitabı niye satmadığını sorar. “O herif, o kitaba lâyık değildi” der sahaf ve şunu ilâve eder: “Her kitabın bir sahibi vardır, işte benim işlevim de o kitabın sahibini bulmaktır.” Eskiden bunlar gibi çok ilginç olayların yaşandığı bu sahaflar sadece ticarî amaçla çalışmıyorlardı.
ERAT KOCAOĞLAN / İSTANBUL
[email protected]