Zaman akan bir nehir misali içinde her şeyi tüketerek akmaktadır ebede doğru. Kitapta zaman üzerine and ederek ziyan ile bir arada anmıştır Rabbimiz.
“Asra yemin olsun ki tüm insanlık ziyandadır” (Asr Suresi, 1-2) İşte bu ayette zaman ve ziyan kardeş kılınmıştır âdeta. Niçin zaman insanların çoğunluğuna hüsran getirmiş ve zararla bir anılmıştır?
Bunun için insanlığın başlangıcına gittiğimizde bir uyarıcı peygamber ve kitap görüyoruz. Zira Allah (cc) insanı tâ baştan beri kendi başına bırakmamış, her daim yol gösterici göndermiş olduğu hâlde, insan zamanın çeşitli deverânı ve hayatın binbir çeşit cilveleri içinde pusulasını kaybetmiş ve yolunu şaşırmıştır. Bu şaşırma öyle noktaya gelmiştir ki, gaflet ve rehavet ile dalâlete kadar ulaştığı oluyor. Demek zaman, ziyan doğurdu. Bu değişmez döngü her devirde devam etmiştir. Cenab-ı Hakkın üzerine yeminle andığı zaman belki bir asrı, belki de her asırda yaşanılan binbir çeşit ziyan türlerini işaret ediyor. Ama ne türlü olursa olsun and içilen hüsranın herkesi kapsayacak olması ve ancak belli bir kısım insanların kurtulabileceği gerçeğidir. Onu da ayette geçen dört ana madde de özetleyecek olursak 1- Ancak iman sahipleri (hakiki iman)
2- salih amel sahipleri, 3- sabrı birbirine tavsiye edenler, 4- hakkı birbirine tavsiye edenler (Asr Suresi, 1-3)
Bu nokta-ı nazardan baktığımızda zamanın öğütücülügü içinde ziyanın kuşatıcılıgından kurtulmak Kurâni şartlara bağlıdır. Hele ki bu helâketler asrında işimizin ne kadar zor olduğunu resûlallah (asm) şöyle haber veriyor: “İnsanların üzerine öyle bir zaman gelecek ki, dinin gereklerini yerine getirmekte sabırlı olup müslümanca yaşayan kimse avucunda ateş tutan kimse gibi olacaktır.” (Tirmizi, fiten.) Bize haber verilen bu yangın her yanımızı sarmıştır. Çünkü ahirzamanin ateşleri sadece elleri değil tüm vücudumuzu kaplamış gönüllerimizi kavuruyor. Bu cehenmemî alevlerin arasından nefsimizi ve neslimizi çekip çıkarmak en önemli meseledir. Bütün meseleler bunun yanında çok hafif kalıyor.
Çocuklardan yetişkinlere kadar bütün insanları içine çeken bir karadelik gibi iş gören dijital dünya âdeta mânen cehenneme açılan kapılar hükmündedir. Elbette hakka açık, hayra çağıran pencereler var bu mecrada, ancak diğer şer cephesi sel gibi akıyor ve önüne geleni kapıyor.
Hız ve haz dünyası olarak nefisleri kendine tutsak eden bu dünya inançları, ahlâkı, değerleri yıkıyor yakıyor, mahvediyor. İşte en büyük ziyan ve zarar.
Bu iki dünyamızı ilgilendiren can alıcı meseleyi çözmek için kulluk şuuru içinde ele alarak vazife bilmeliyiz ki hem kendi imanımız hem evlatların imanı muhafaza olsun. Evet biz nereden yıkılıyorsak oradan kalkmalı, hangi cepheden yeniliyorsak oradan tamire çalışmalıyız. Bundan dolayı müslüman her mecrada, her alanda olmalı ve kendı boyasını o alana vurmalıdir. Zihinsel, ruhsal kültür işgaline dur demeli ve bütün kültür dünyasına islamın verdiği kuvvetle sahip çıkmalıdır.
Bu dava, bu zamana inandığı değerlerin rengini veren, ona İslamın boyasını çalan bir güzel topluluk beklemektedir. Yoksa elimizde ne din, ne ahlâk, ne de insanlık diye bir şey kalmayacak Allah muhafaza etsin.
“İhyâ-yı din, ihyâ-yı millettir. Hayat-ı din, nur-u hayattır.” (B. Said Nursi, Mektubat, [Hakikat Çekirdekleri])