Cenâb-ı Hakk bizlere sayamayacağımız kadar çok nimetler vermiştir.
Bu nimetler içerisinde hiç şüphesiz insanoğlu için en önemlileri ekl ve şürb yani yeme ve içme üzerine olanlardır. Lâkin bu nimetler üzerindeki iktidarımız ve ihtiyarımız çok cüz’îdir. Zîra Bediüzzaman Hazretleri (ra) “Esbab içerisinde en eşref, en kuvvetli bir ihtiyar sahibi insan iken, ef’âl-i ihtiyariye namıyla kendisine mal zannettiği ef’âlin ekl, şürb gibi en âdi bir fiilin husûlünde, yüz cüz’ünden ancak bir cüz’ü insana aittir.” buyurarak insanın iktidarının ne kadar cüz’î olduğunu açıkça ifade etmiştir.
Evet, bizim elimizdeki ihtiyar pek cüz’îdir ve pek dardır. Bu sebeple bizler her dâim Cenâb-ı Hakk’a iltica etmekle ve şükretmekle mükellefiz. Yapacağımız şükrün ve hamdin bir anahtarı da oruçtur. Çünkü Ramazan-ı Mübarek’in orucunun çok hikmetlerinden birisi de Cenâb-ı Hakk’ın vermiş olduğu nimetlerinin şükrüne vesile olmasıdır.
Ne yazık ki bizler bazen zahire aldanıp taamlar başta olmak üzere pek çok nimetleri sebeplere bağlayabiliyoruz. Mesela, bir tablacıdan almış olduğumuz taamların sahibinin tablacı olduğunu varsayıp hiç müstehak olmadıkları halde haddinden fazla hürmeti ve teşekkürü o tablacıya yapabiliyoruz. Yani o nimetin hakiki sahibinin Cenâb-ı Hakk olduğunu unutabiliyoruz. Halbuki Mün’im-i Hakiki olan Cenâb-ı Hakk, o sebep olan tablacıdan hadsiz derecede; o nimet vasıtasıyla şükre ve hamde layıktır. İşte Cenâb-ı Hakk’a teşekkür etmek; o nimetleri doğrudan doğruya O’ndan bilmekle, o nimetlerin kıymetini takdir etmekle ve o nimetlere kendi ihtiyacını hissetmekle olur. İşte insan da oruçla o nimetlere olan ihtiyacını daha fazla hissediyor.
Evet, Ramazan-ı Şerif’teki oruç, hakiki ve hâlis, azametli ve umumî bir şükrün anahtarıdır. Çünkü oruç tutulmadığı zamanlar insanların çoğu, hakiki açlık hissetmedikleri için; pek çok nimetlerin kıymetlerini bilemiyor ve şükrünü de edâ edemiyor. Mesela kuru bir parça ekmeğin ne derece önemli bir nimet olduğunu tok olan adamlar, bilhassa zengin olanlar tam olarak anlayamazlar. Halbuki iftar vaktinde; o kuru ekmek, oruç tutan birinin nazarında çok kıymettar bir nimet-i İlâhiye olduğuna o kuru ekmeği yediği zaman aldığı lezzet şehadet eder. İşte buna binaen en zenginden tâ en fukaraya kadar herkes, Ramazan-ı Şerif’te o nimetlerin kıymetlerini anlamakla bir şükr-ü maneviye mazhar olur.
Hem oruçlu iken yemeden ve içmeden yasak olduğumuz cihetle: “O nimetler benim mülküm değil. Ben bunların tenavülünde hür değilim. Demek başkasının malıdır ve in’âmıdır; O’nun emrini bekliyorum” diyerek nimeti nimet biliriz ve bir şükr-ü manevi ederiz.
Elhâsıl: Bu mezkur hakikatlere binaen oruç çok cihetlerle insanların hakiki vazifesi olan şükrün ve hamdin anahtarı hükmündedir. Rabbim bizleri, nimetlerin kıymetini bilen ve layıkıyla şükreden kullarından eylesin. Âmin.