Bediüzzaman Said Nursî’nin zaman zaman yakınlarıyla şakalaştığı ve latife yaptığı bilinmektedir.
Peygamberimizi (asm) örnek alan bir şaka ve latife anlayışı olduğunu söyleyebiliriz. Onun yakınında bulunan talebelerinin gözlemlerinden şakacı ve nükteci yanının ne kadar canlı ve seviyeli olduğu anlaşılmaktadır. Edebiyatta “Lûgaz” ve “Muamma” sanatları vardır. Lûgaz, bir şeyin çeşitli özelliklerini belirtmek suretiyle sorulan manzum-mensur bilmecelerdir. Muamma, çeşitli harf-kelime oyunları ve yöntemlerle Esmaü’l-Hüsna ve özel adların gizlenmesiyle oluşturulan manzum-mensur bilmecelerdir. Bunların daha iyi anlaşılması için edebiyatımızdan iki misal vermek istiyoruz. Birincisi Şair Nâbî’ye ait: “Bende yok sabr u sükûn sende vefadan zerre, /İki yoktan ne çıkar, fikredelim bir kerre.”
Şair, beytin ikinci mısraında “iki yoktan ne çıkar” sorusuna cevap olarak, yokluk, olumsuzluk anlamında Farsça “nâ” ve “bî” olumsuzluk ön eklerinin birleşmesiyle “Nâbî” ismini çıkarmıştır.
İkinci misalimiz de Namık Kemal’den:
“Bir katre mâ düşünce gülün kalb-i pâkina / İsmim çıkar hemân varak-ı tâb-nâkine”
Eski harflerde “gül” گل bu iki harfin arasına (kalb-i pâkine) “ma” getirilince “Kemal” olur.
Bediüzzaman Said Nursî’nin bir kısım şaka ve latifeleri böyle lûgaz ve muamma içermektedir ki bunlardan ikisini paylaşmak istiyoruz. Bediüzzaman Hazretleri bir seyahati esnasında uğradığı Karadeniz Of limanında bir medreseye gitmiş, medresenin müderrisi Üstâd’ın ismini sormuş. O da şöyle zarifane bir beyitle lûgaz şeklinde ismini bildirmiştir:
“Kes ‘Müderris’ ayağın, hem ‘Muid’in başını,
Koy ayağın baş yerine, ta bilesin adımı.”
کس”مدرس“ اياغک هم ”معيد“ک باشيکی
قوی اياغک باش يرينه تا بيله سک اديمی
س-عيد
Bu edebî zarif beytin açıklaması şöyle olur ki: “Müderris” kelimesinin ayağı olan “Müder” kısmı ile “Muid” kelimesinin başındaki “Mû” harfini kes. Sonra “Müderris” kelimesinden arta kalan “Sin” harfini baş tarafa al. “Muîd” kelimesinin başındaki “Mü” yerine koy, benim ismim meydana çıkar. Yani: “Said” kalır.1 Medresenin hocası, gelen misafirin Bediüzzaman Said Nursî olduğunu öğrenince kendisine büyük bir hürmet göstermişti.2
Üstad 1922’de Ankara’ya geldiğinde zamanın Siverek Milletvekili Yüzbaşı Abdülgani Ensari ile aralarında şöyle bir latife cereyan eder:
“3 Temmuz 1922 Perşembe günü Kurban Bayramı arifesinde Bediüzzaman, Ensari’ye: ‘Ensari! Yarın Said’in başını kesecekler’ der. Ensari de bu cümledeki inceliği ve tevriyeyi anlayamaz ve ‘Nasıl olur efendim?’ diye telâş eder. Bediüzzaman bu lâtifeyi ona şu şekilde izah eder: ‘Said kelimesinden ‘sin’ harfi kaldırılsa, yani baş harfi olan ‘sin’ kesilirse, geriye ‘iyd’ kalır ki, o da bayram demektir. Yarın Kurban Bayramıdır.”3
Risale-i Nur’dan nükteli, latif bir ifadeyi paylaşmak istiyoruz.
İşârâtü’l-İ’caz tefsirinin 74. Sahifesinde şöyle bir hitap geçmektedir:
“Ey Habib-i Şefik ve ey Şefik-i Habip! Ey Said-i Mecid ve ey Mecid-i Said!”4
Bu hitaptaki terkipleri anlamaya çalışalım.
Habib-i Şefik: Üstad Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin İşârâtü’l-İ’caz tefsirinin cephede iken telifi esnasında kâtipliğini yapan ilk talebelerinden olan şefkatli ve merhametli Molla Habib.
Şefik-i Habib: Sevgili Şefik; Üstad Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin ilk talebelerinden, İşârâtü’l-İ’câz’ın ilk muhatap ve kâtiplerinden, Hizan’ın Arvas köyünden olan sevgili Seyyid Şefik Efendi.
Said-i Mecid: Şeref duyan ve parlak Bediüzzaman Said Nursî.
Mecid-i Said: Üstad Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin küçük kardeşi bahtiyar ve mutlu Abdülmecid Nursî.
Üstad burada ince bir nükteyle “Habib – Şefik – Said – Mecid” kelimelerini hem isim hem de sıfat olarak kullanmış ve onlarla münavebeli terkipler yapmıştır. Akabindeki paragrafta da, “Rahmet-i İlâhiyenin en lâtifi, en zarifi, en lezizi olan muhabbet ve şefkatine bakınız” diyerek muhabbet ve şefkate dikkat çekmiştir.
Dipnotlar:
1- Badıllı, Mufassal Tarihçe-i Hayat, Cilt-1, s. 266.
2- M. Askeri Küçükkaya, Bediüzzaman Said Nursî Seyahatnamesi, s. 108.
3- Bilinmeyen Taraflarıyla B. S. N. s. 258.
4. İşârâtü’l-İ’caz, Yeni Asya Neşriyat, Şubat-2017, s.74.