Bediüzzaman’ın bir hayat boyu mücadele ettiği konulardan biri, İslam toplumlarında meşrutiyetin, cumhuriyetin, demokrasinin sağlıklı şekilde uygulanabilmesidir. Bunu hatta insan olmakla, hayvanlıktan kurtulmakla eş değerde tutar.
Hacda dünyanın her tarafından gelmiş Müslümanlarla konuştuğunuzda bu konuda karnemizin zayıf olduğu görülmektedir.
“Riyaset-i şahsiyenin kat’iyyen karşısındayım.” diyen Bediüzzaman, istişarenin olmadığı veya göstermelik yapıldığı, bir de dinin elmas gibi yüce, baki esaslarının dünyevi, kırılacak şişe hükmündeki siyasetlere alet edildiği, tek adam yönetimlerine karşı olduğunu açıklıkla eserlerinde ortaya koymuştur.
Bugün İslam toplumlarında iş yerlerinde, kamuda, hatta sokaklarda boy boy kişi resimlerinin afişe edildiği, her haberin yöneticinin kendisinden, icraatından bahsedildiği ve farklı görüşlere yer verilmeyen bir yönetim anlayışı dikkat çekmektedir.
Böyle bir anlayış Mekke’de de olsa, Türkiye’de de olsa sürekli ayet ve hadislerle, cami, başörtüsü propagandası da yapılsa dine hizmet etme olarak görülebilir mi?
Hürriyeti, adaleti, hukuku ve kanun üstünlüğünü İslamın bir lazımı olarak gören Bediüzzaman, bunun dışındaki anlayışları, Peygamberimizin (ASM) buyruklarına uyulmadığında, ‘Padişah da olsa hayduttur’ diyerek istibdadı eleştirmiştir.
Adeta bir çirkin el, bir zındıka komitesi zihniyeti Müslüman ülkelerde Müslüman kişiler eliyle, İslami kavramları, şeairi, camileri, Kur’an’ı alet ederek istibdadı, baskıyı, sömürü düzenini devam ettirmektedir.
Bu tür anlayışların Müslüman ülkelerde yapılması veya kutsal topraklarda olması veya Müslüman kimliği ön planda tutulan liderler eliyle yapılması ona meşruiyet kazandırmıyor.
Bir lider geçecek diye yolların kapatılması, uçakların bekletilmesi yüzlerce, binlerce insanlara zahmetler verilmesi, hak hukuk arayışının çiğnenmesi İslam’la nasıl bağdaştırılabilir?
Bu olsa olsa yanıltarak ve propagandalarla iş gören bir zihniyetin ürünü olabilir.
Bediüzzaman’ın ‘zındıka komiteleri’ diyerek dikkatlere sunduğu zihniyeti ve ona dayanan safdilleri deşifre etmek ve sinsi planlarını faş etmek bir gerekliliktir. Bediüzzaman Hazretleri tam da bunu yapmıştır. Dini; siyasetine alet edenleri dine en büyük zarar verenler olarak tarif etmiştir.
Harem bölgesinde mütalaa ettiğimiz Bediüzzaman’ın bu cümlelerine ve tahliline bugün alem-i İslam’ın daha çok ihtiyacı var. Harem’deki dünyanın her yerinden gelmiş, heyecan dolu, imanlı Müslüman gençleri görünce, ‘İslam’ın en yüksek gür sedası’nı içinde taşıyan müjdeli günlerin, müsbet hareket içinde, İslam alemi için de hiç uzak olmadığı ümidini taşıyorum.