Tam da, sevdiklerini günlere hapsedenlerin ‘Babalar Günü’ kutlandığı gündü.
Sevinç içinde mutlu babalar yanında, üzgün, kederli, acı içinde, yüreğinden ağlayan babalar da vardı. Belki bir evin derin duygusu baba hattından geçiyordu.
Adam, oturduğum yerden biraz ötedeki parkta gözüme ilişti. Bankta, başını avuçlarına almış ve ayaklarına doğru eğilmiş, iki büklüm halde, nereden bakarsanız bakın, parkın tam da orta yerine bir hüzün heykeli yapılmış gibiydi duruşu. Belli ki bir baba idi bu. Resmen bırakın gözyaşlarını görüntünün bütünü ağlıyordu. Uzaktan uzağa gözüme ilişen bu görüntü yüreğime dokundu ve içimde bir şeyler kaynamaya başladı, tutamadım kendimi.
Düşünsenize, siz kendinizi çekmişsiniz bir yere, dertlerinizle baş başa yaşarken, birileri uzaktan sizin duruşunuz üzerinde, çoktan hikâyeler üretmeye başladı bile.
Bir baba kendini evinden dışarı atmış ve parklara duyguları dökülmüşse, emin olun perişaniyetin başka bir ifadesi yoktur. Artık fatura kime yazılacaksa bilmiyorum, ama bir baba bedenini ikiye katlamış, yanından şöyle bir bakarak gelip geçenlerin olduğu bir parkta, yalnızsa; yaşanılan çağı kimse güzel tasvir etmeye kalkmasın. Kıyamet çoktan kopmaya başlamış bile.
Kıyamet, dağların hallaç pamuğu gibi atılması olarak tanımlanır. Ben bu ifadeyi duygu boyutunda olabilir diye düşünüyorum. Dilim dönmüyor bazı duyguları telâffuz etmeye, ama bir baba olarak hissettiğim bir şey var ki, o da, babaları özel dinleyin, hassas dinleyin, ince ince dinleyin.
Babaları, bir park bankına terk edip, ağlatmayın. Baba ağlıyorsa, dünya ağlıyor demektir. Yoksa, emin olun dünyanız ağlar, dünyamız ağlar. Kıyametimiz kopar.
Dağı devirmeyin, bir daha yerine gelmez.
Benden söylemesi…