Bugünkü konumuz geçen haftanın devamı olan, Edille-i Şer’iyye’yi imhaya karşı ihya hareketi olacaktır.
Yani, ulema-issunun planını bozup “Kur’ân Müslümanlığı”nın nasıl olması gerektiğini göstermek, yani gerçek Kur’ân Müslümanlığının Edille-i Şeriyye ile olacağını isbat etmektir.
Onların Kur’ân Müslümanlığı; Kur’ân’ın referanslarını ve türevlerini yok sayıp inkâr eden mücerret, fonksiyonsuz bir Kur’ân iddiasıdır. Yani gündüzsüz güneş gibi hayali bir ucubedir.
O halde Kur’ân Müslümanlığı nasıl olmalıdır?
Bediüzzaman’ın 25. Sözün başında dediği gibi, “Elde Kur’ân gibi bir mu’cize-i bâki varken başka bürhan aramak aklıma zaid görünür, elde Kur’ân gibi bir bürhan-ı hakikat varken münkirkeri ilzam için gönlüme sıkletmi gelir” sözlerini te’yiden, merhum Âkif’in “Doğrudan doğruya Kur’ân’dan alarak ilhamı, asrın idrakine söyletmeliyiz İslâm’ı” sözü de yine Kur’ân’ı tam manasıyla anlamamızı gerektirir. Zira o deliller de yine Kur’ân’dandır.
Yine Bediüzzamanın “Dâvâmız mücerret değil, berahini katıa ile müberhen” deyip “Ey Asya münafıkları Avrupa kâfirleri, en akıllınızı, bilgininizi karşıma getirin eğer onu iki saatte ikna etmezsem mağlûp etmeye hazırım” diye meydan okuması Edille-i Şer’iyyeyi de şamildir.
Bediüzzaman bu iddiayı sözde bırakmamış, imanına şahit kıldığı hayatı ve 130 parça eseriyle bütün âleme isbat etmiştir. Şimdi sen bunların hepsini keenlem yekün sayacaksın ve oryantalistlere taşeronluk yaparak tabiri caizse “mücerret bir Kur’ân” iddiası ile işi hayalatın bulutlarına saracaksın öyle mi?
Bediüzzaman’ın onlardan farkı çok barizdir zira; Bediüzzaman Kur’ân’ı referanslarıyla bir bütün olarak ele alıyor. Hiç kitapsız Resul olur mu? Yani bizim tezimiz öyle câhilce bir taassup değil, insiyaki bir dâvâ müdafaasıdır. Zira dâvâmız öyle mücerred değil, berâhin-i katıa ile müberhendir. Aksi takdirde bu da, bir iddia ve hayal olur. Zira Kur’ân-ı Kerîm’in en büyük bürhanı Fahr-i Kâinat Eefendimiz (asm) olduğu gibi, Efendimiz’in (asm) en büyük bürhanı, delili ve şahidi de, Kur’ân-ı Kerîm’dir. Diğer bir ifade ile bunların birisi bürhanı limmi, öbürü Bürhanı İnni’dir. Üstadın şu harika tesbiti bu meseleyi artık bitirmelidir.
Şöyleki:
Üstad, “Kelime-i Şehâdetin iki kelâmı birbirine şahiddir. Birinci, ikincisine Bürhan-ı Limmi’dir. İkincisi birincisine Bürhan-ı İnni’dir. Yani; birincisi “Eşhedü enlâilâhe illallah” ikincisi “Ve eşhedü enne Muhammedenresulullah.”
Birinciye bir açıklama olarak “Uluhiyet risâletsiz olamaz” hükmü getirilir. Yani madem Allah vardır öyle ise peygamber gönderecek ve insanlara kendini tanıttıracaktır. Onlara hakkı, batılı, doğru ile yanlışı, razı olup olmadığı herşeyi bildirecek ki mesul etsin.
Öte yandan Peygamber Efendimiz’in (asm) güzel ahlâk üzere olması, kendisine “Emin” denilmesi, elinde hiçbir beşerin güç yetiremediği bin mu’cizenin zuhur etmesi O’nun (asm) Allah’ın (cc) elçisi olduğuna “Bürhan-ı İnni’dir”.
Kur’ân-ı Kerîm, öyle herkesin anlayabileceği veya istediği gibi yorumlayacağı, hâşâ sıradan bir kitap da değildir. Bu sağını solundan fark edemeyen nadanlar kim oluyor ki, Kur’ân-ı Azimüşşan’ı hakkıyla anlasınlar? Yani onların yapmaya çalıştığı, lâfzını bozamayınca İncili bozanlar gibi manasını bozarak, projeye hizmet etmektir.
Nur Risaleleri’nde hem Bürhan-ı Limmi, hemde Bürhan-ı İnni için birçok misaller verilmekle birlikte şu noktaya özellikle dikkat çekilir:
“Bürhan-ı İnni şüphelerden daha salimdir” işte onun için bunlar oryantalistlerin teşvikiyle bu delâili yok sayarak “mücerret bir Kur’ân” anlayışıyla insanlığı aldatmaya, altın kupa içinde zehir takdim etmeye çalışıyorlar. Fakat Risale-i Nur, herşeye rağmen selim akılları doyurur, sönmemiş kalplere ve bozulmamış vicdanlara birer hidayet vesilesi oluyor.