İslâmiyet’in, insaniyetin, barışın, demokrasinin ve medeniyetin azılı düşmanları Türkiye’mize 12 Eylül cinayetini reva gördüklerinde, üniversiteyi henüz yeni bitirmiştik.
Olan biteni, belki de duygularımızla takip ediyorduk, ama içinde bulunduğumuz camia; her hadiseyi itidal içinde ve Risale-i Nur’un prensipleri ile değerlendiriyordu. Nur Talebelerinin naşir-i efkârı olan Yeni Asya Gazetesi’nin arşivlerdeki o günün nüshaları bu düşüncelerimize şahittir.
İhtilâl ile milletin iradesini devletin bütün birim ve hücrelerinden kovan bu müstebit ve habis ruhun, kırk seneden beri ülkemize ve vatanımıza verdiği zararı kamuoyuna gösterebilmek için, uzunca ansiklopedik bir tarihe olan ihtiyacımız aşikârdır. Türkiye’mizde bu musîbetten hissesini almamış hiçbir unsura rastlamayacağımızı tekrar hatırlatmak isteriz. Bu bütünün içinde “dinî cemaatlerimizin” payına düşen “mezalimden” geçmiş yazılarımızda kısa remizlerle işaret etmiştik. Bir kısım dindar ve milliyetçilerimizin ve bilhassa Siyasal İslâm kökenli siyasetçilerimizin şuursuzca yardımıyla, cehaletten dokuma, ülkemizin ve halkımızın üzerindeki bu kara örtü tamamen kaldırılamadığından; efkâr-ı ammede hâkim olan birçok fikrin, ihtilâlci Kemalistlerin üretimi olduğunu milletimize maalesef anlatamıyoruz.
Bu adaletsiz şartlarda, geçmişten gelen demokrasi ve millet düşmanı düşünceler, gördüğünüz üzere ellerimizi kollarımızı bağlamaya devam ediyorlar. Yanlışların tarihe ve doğrulara karşı hâlâ ayakta kalışlarında, domino etkisinin zıddını düşünebiliriz. Halkın kıymet verdiği insanları ve değerleri 12 Eylül 1980 ihtilâline payanda yapan “dehşetli gücün” mahiyetini bilemeyenler, belki de çareyi düşünmemekte, biatta veya sorgulamamakta arıyorlar. Günümüzdeki iktidar yapısından geriye doğru, tâ 12 Eylül sabahına kadar… Ne siyasetçilerden, ne ilim adamlarından ve ne de dinî cemaatlerden; 12 Eylül cinayetinin mahiyetini deşifre edecek bir beyanın gelmemesi, maalesef bizi iddiamızda haklı çıkarıyor. Olaylara ve kahramanlarına girilmeyeceğine dair söz vermiştik, fakat ister korku, ister aldatma, ister haset, ister kıskançlık, ister kavmiyetçilik veya isterse menfaat saikıyla ihtilâlcilere alet olmuş, onlardan hizmetleri için maddî destek almış ve onların emir ve iradeleri doğrultusunda diğer kardeş cemaatlerin aleyhinde bulunmuş “dinî cemaat temsilcilerinin” tövbe ve nedamet mevsimleri gelmiş olduğunu haber vermek istiyoruz.
12 Eylül fitnesini iliklerine kadar hissederek yaşayan neslimiz elli-altmışın üzerine çıktı. O günün cemaat temsilcilerinin de bizden birkaç yaş büyük olduklarını varsayalım. Yani yetmişe dayanmış, kabre pek yakın tepelerin eteklerinde güneşin gurubunu bekliyorlar. Bu ise; nedamet, tövbe, ve istiğfar için güzel bir mevsim olmalı.
Onların tövbe ve nedametleri, belki de onların ahiretlerini kurtaracak. Fakat arkalarından gelen nesillerin hem dünya ve hem de ahiretlerini etkiliyor, bu hakikat. İhtilâlci yönetimlerden, demokrasi düşmanı oluşumlardan veya siyasî menfaat niyetiyle dinî cemaatlerimizin kursağına girmiş haram lokmalardan tutunuz, oturdukları mekânlara, hatta kullandıkları imkânlara kadar...
Bilhassa Kemalist devlet sıfatıyla dinî cemaatlerin emvaline karışmış her şeyin haram olduğunu ve manevî zehir gibi onların hizmetlerini menfice etkilediğini bilerek; geceli gündüzlü istiğfara durması lâzım gelenlerin; hiçbir şey olmamış gibi etraflarına bakınmaları yalnızca onların helâketini hızlandırıyor. O zehrin, o necasetin, o haramın ve rüşvetlerin Türkiye’mizin bugün ve yarınını da kararttığının farkında değillerse, mutlaka hürmet ve şefkat ile onlara bu gerçeği hatırlatmamız gerekiyor.
İhtilâl ile devleti ele geçirmiş “gayrimeşrû güçlerin ve hükümetlerin” dinî cemaatlerimize istibdat ile yaptıklarının, bu gün kolaylık ve güzellik ile tamiri mümkündür. Yani tövbe ve istiğfardan maksat; arkamızda bıraktığımız yanlış dolu icatlarımızın farkına vararak, elimizi, dilimizi ve lokmamızı geçmişteki haramlardan temizlemeye çalışmak değil mi? Kırk senenin hesabını kitabını konuşmuyoruz. Zaten hesaba muhatap insanların ekseriyeti mahkeme-i Kübra’ya intikal ettiler. Bu fani dünyada, muhatabı olmayan meseleleri açmanın hiç kimseye yararı olmaz. Belki de gıybete girilir (icrayı temsil eden siyasetçiler müstesna.)
Belki de nedamet ve istiğfarın ilk adımı; dinî cemaat olarak devletin sofrasından, lokmasından ve imkânından uzak durmak. Evvelâ, biliyoruz ki orada tüyü bitmemiş yetimin de hakkı var. Sonra, Kemalist devletin elleri kirlidir, kanlıdır ve maalesef necasete bulanmıştır. Bu elin dinî cemaatlerin ihlâs dolu amellerine değmesiyle, bütün, niyetlerin nasıl heba olduğuna şahit yüzlerce insan buluruz çevremizde. Hem devletin sofrasına oturmamak ve hem de onların dergâhlarımızda, medreselerimizde ve mahfillerimizde farklı maksatlar arkasında köşe tutmalarına müsaade etmemek… Elbette ülkeyi idare edenler, vatan topraklarında olup bitenlerden haberdar olacaklardır. Dinî cemaatlerimizi işin içine sokmadan, onları rahatsız etmeden ve hürriyetlerine karışmadan; devlet kendi işlerini her yerde yapabilir.
Cemaatlerin söz konusu nedametleri, yalnızca maddî yardımları ve imkânlarını kapsamıyor; aynı ölçüde siyaset, bürokrasi ve “onların siyasetlerini temsilleri” ile de ilgilidir. Madem ki Türkiye’yi idare edenler Avrupa ve Amerika’nın tasallutu altındalar. Yani onlar üflüyor, bizim idarecilerimiz oynuyorlar. Kur’ân’a ve ahirete müteallik projeleri gaye edinmiş cemaatlerin, bu global güçlerin oyunlarına gelmeleri; ümmet ve insanlık için büyük bir felâket manasına gelir. En büyük zararı önce dinî cemaatlerin temsilcileri, sonra cemaat mensupları ve daha sonra bütün Müslümanlar maddeten ve manen çekmeye başlarlar. Günümüzde olduğu gibi...
1980’den günümüze kadar, dinî cemaatlere yönelik derin devletin yaptığı operasyonları, onları parçalamak üzere kurdukları tuzakları ve hayatlarına son verdikleri büyüklerini-temsilcilerini-düşünerek nedamet ve istiğfar ile yeni bir sayfa açarak, dünya ve ahiretimizi kurtarabiliriz.