Avrupa telâkkilerinde, Bediüzzaman’ın elimizden tuttuğunu biliyorsunuz.
Birinci Dünya Savaşı ile ayrışma sürecine giren Avrupa’nın bir kanadıyla insanî değerlere, demokrasiye ve semavî dinlere yöneldiğini ve diğer kanadında dinlerle savaşan ahlâk tanımaz emperyalist İkinci Avrupa’nın konumlandığını, 1920’lerden itibaren Bediüzzaman seslendirmeye başlamış. Ayrışmanın İkinci Dünya Savaşı’yla birlikte berraklaştığına hepimiz şahit olduk.
Düşünce olarak 19. Y.yılın sonlarına takılıp kalmışların demode kalıplarıyla günümüz hadiselerini okumaya kalkışmaları, insaniyet adına büyük bir kayıp olsa gerek. Batı Medeniyetindeki ayrışma ve çatışmanın; artık dünün değer, unsur ve milletleriyle yapılmadığını bilemiyorlar. Günümüzün sosyal kayıplarını dünün viranelerinde arayanların; yeis ve hüsrandan başka bir şey bulamayacaklarını elbette biliyoruz.
Önceki yazılarımızda, günümüzdeki İkinci Avrupalıların Avrupa Birliği’ne olan derin husûmet ve intikamının sebepleri üzerinde ara ara durmuştuk. Tevhidi inkâr ile ulûhiyet dâvâsına çıkan bu ahlâksız maskaraların en büyük düşmanları “demokrasi” idi. AB’nin ise Paris’te ulaştığı en önemli “İNSANİYET” zirvesi de “Demokrasi Şartı” değil miydi? Yani, Bediüzzaman’ın 17. Lem’a isimli eserinin 5. Notasında mahiyetini deşifre ettiği bu Avrupa’nın AB merkezi Brüksel’e hücumu, yalnızca günümüzü ilgilendiren bir mesele değil. Yetmiş seneye yakındır, dönüşümlü olarak devam edip gelen bu mücadelede karşı tarafın dört eliyle LGBT’ye sarılmaları, elbette garipsenecek bir manzara olmamalı. Genelde Avrupa ve bilhassa özelde Almanya kamuoyunu demokrasi, adalet ve adaletli sosyal paylaşım tezleriyle arkasına almaya çalışan Hıristiyanlara karşı; AB politikasından habersiz yabancılar, sosyalistler, Siyonistler, siyasal İslâmcılar, ırkçılar ve ahlâksızlık savunucularınca oluşturulan cephelerde dalgalanan renkli bayraklara karşı; asıl Avrupa’nın uyanmaya başladığının emarelerini görüyoruz.
Düşünebiliyor musunuz? Demokrasi adına demokrasi karşıtlarının bayrakları altında toparlanıp derlenmeye çalışan bir garip Avrupa’dan bahsediyoruz. Amerika’daki son seçimlerde demokrasiye yaptıkları hile ve entrikalara, burada da muvaffak olabileceklerine inanıyorlar. Bu yazımızda, söz konusu İkinci Avrupalıların hesaba katamadıkları iki husustan bahsedeceğiz.
Birincisi; ilmî münazaralar ve tartışmalarla ortaya çıkmaya başlayan “fıtrî ve doğru demokrasi” anlayışları…
İkincisi ise; fikri müşevveşiyetten kurtaran, kaos ve hipnozları sonlandıran, doğru demokrasiye dayanan “millî Avrupa Hükümetlerinin” yaman duruşları… Birkaç sene önce Macaristan başbakanı Victor Urban ile alay eden AB’deki ahlaksızların temsilcileri, bu defa karşılarında Polonya, Slovenya ve diğer dişli AB üyelerini bulmaya başladılar. Şimdilik paniklik hallerini gizlemeye çalışıyorlar. Fakat onlar da fıtratın ağır basacağını ve fıtrat arayışındaki ülkelerin başka hükümetlerce takip edileceğini anlamış görünüyorlar.
Slovenya’nın Hıristiyan başkanı Janez Jansa’nın, LGBT’yi bir değer olarak Avrupa gündemine getirmeye çalışanlara yönelik ifadeleri, hafta boyunca Avrupa medyasında yankılanıp durdu. Bütün ahlâksızlığa ve fıtrat düşmanlığına, gayr-ı meşrû yollarla kazandığı servetiyle destek veren George Soros’a atıfta bulundu. LGBT’yi bir insanî temel hakk olarak dillendirenleri, Soros’un piyonları olarak niteledi, Jansa. Elbette David Sasolli, Rutte, Von der Leyen ve Dalli gibi karşı tarafın tetikçileri ilk elden tenkitlere maruz kalanlardan oldular…
Hak ve hürriyetler kapısını, insanlık ve fıtrat karşıtlarını koruma altına almak üzere olabildiğine açanlar, Avrupa semalarında Ezan-ı Muhammedî’nin de (asm) yankılanacağını beklemiyorlardı. Fıtrat taraftarı Hıristiyanlar, aile ve geleceklerini koruma yolunda, Müslümanlarla ittifakın bir mecburiyet olduğunu anlamış görünüyorlar.
Sevgili okuyucular, anlayacağınız çok yakın bir zamanda “Renkli Bayrakların Sihrinin” bozulduğunu birlikte takip edeceğiz. AB’yi dağıtmak üzere bu paçavraların altında toplananlarda gelişmeye başlayan şüphenin, pek yakında onları ümitsiz bırakacağını şimdiden söylemek istiyoruz...