Savaşlara, yıkılışlara, felâketlere, buluşlara ve medeniyetlere… Dünyamızın globalleşmesinden önceki zamanların değerlendirme ölçülerinin farklılığı, değişik coğrafyaların kullandıkları ölçülerin farklılığına çok benziyor. Birim ölçüleri, kıymetlendirme ölçüleri, ahlâkî ölçüler, değer ölçüleri ve estetiği ilgilendiren ölçüler gibi… Tarih ilmi de; ölçülerle, milatlarla ve kıstaslarla hikâyesini anlatır. Mesih’ten önce ve sonra… Bizans’tan önce ve Bizans’tan sonra… Fransız İhtilâli, Doksan Üç Harbi ve Seferberlik gibi… Birinci-İkinci Dünya Harpleri ise; tamamen farklı bir döneme girişimizin başlangıçları olarak anılacak gibi… Birilerine göre, Âhirzaman döneminin son evresinden bahseder Cihan Harpleri… Önceki zamanlarla, ekseri boyutlarıyla farklılaşan bu dönemden sonraki hadiseleri anlamaya, eski ölçüler yardımcı olamıyorlar. Küreniz aynı küre, lâkin hadiseleri önceki zamanlarla karşılaştırılmayacak kadar farklı, girift, tarihe ve zamana yabancı… Dünya küçülmüş, küçülen dünyada insan dehşetlice dönen çarkın içine düşmüş. Babalarımızın asırlarda yaşadıklarını, senelerde yaşamaya başlamışız. Büyük ülkeler metropollere, dünün büyük şehirleri mahallelere ve köyler ise zamanımızın evlerine sığışır olunca; önceki neslinizle irtibatınız koptuğunda yolunuzu şaşırıyorsunuz, artık. Küçülerek avucunuza sığmış dünyamızda olan-biteni takip de kolaylaşıyor. Levh-i Mahfuz açılmadan çok şeylerden haberdar olabiliyorsunuz.
Bu uzun girizgâhımızı, Âhirzaman’daki küresel dinsizlik cereyanlarının işlemekte oldukları cinayetlerin, sebep oldukları felâketlerin ve geleceğe dair tasarladıkları tahribatların mahiyetlerinin; fıtratçılarca bilinmesi ve tedbir alınmasıyla ilgili olduğunu, müdavim okuyucularımız anlamışlardır. Milletlerarası Göç Enstitüsü’nün; İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki muhaceretler ve yerdeğişimleri hakkında doğru bilgi vermemesini garipsiyoruz. Göçlere veya muhaceretlere öncelikli olarak savaşlar sebep gösterilse de; sömürgecilik, emperyalist ülkelerin fukara coğrafyalara tasallutları, deprem-sel felâketleri, Avrupa’daki sosyal devletlerin cazibesi ve daha başka amiller; global göçleri tetikleyen sebepler olarak gösteriliyor. Savaşlara, sömürülere, teröre ve sosyal soygunlara dayanmayan sebepleri, sahalarının araştırmacılarına bırakıyoruz.
Devletleri-milletleri imkânlarıyla baskı altına almış küresel tahripçiler meselesinin, anlaşılır şekilde ve tüm boyutlarıyla Risale-i Nur Külliyatında geçtiğini okuyucularımıza hatırlatalım. Ulûhiyetlerini hegemonya olarak ihsas eden global cereyanların, hedeflerine ulaşmak için her türlü zulmü ve tahribi mübah gördüklerini bilmeyenler, yüz milyona varan insanları vatanlarından kopartan göçlerin mahiyetlerini anlayamazlar. Günümüzde kıyası olmayan bu global tahripçileri,–teşbih cihetleri tahrip ve yağma olmak şartıyla–belki tarihteki çapulcu Moğollara benzetebiliriz.
Felsefî kaynakları; dinsizlik, Yaratıcıyla savaş, semavî din ve ahlâkları hayattan silme, heva-hevesi ilâhlaştırma, Nemrutça/Firavunca davranma ve anarşi olan bu hareketin Kuzey Avrupa’dan dünyaya yayılış sebepleri üzerinde durmayacağız. Esası maddeci olduğu halde Marks ve diğer dinsiz felsefecilerce sistemleştirilmiş hareketin kimlikleri materyalizm/maddecilikte birleşse de, üst kimlik olarak şimdiye kadar Marksizm’i kullanageldiler. Zulümlerini, işgallerini, katliamlarını ve yağmalarını; sosyalizm, devrimcilik ve proletarya sloganlarıyla seslendirseler de; özleri anarşizmdir.
“Fitne” ve “nifak” kelimeleri, hadiselerin anlaşılmasında önemlidirler. Sosyal hayatın bütün karelerinde çatışmayı ve ayrışmayı netice verecek fiilleri, felsefî ilimlerin yardımıyla sistemleştiren bu küresel ihtilâlcilere Yahudî gibi zenginler de menfaatleri için destek olunca, olay kısa sürede kartopundan çığa dönüşebiliyor. Çoğu yerde arkalarına kapitalin, hayvanî hürriyetlerin, sınıf çatışmalarının yardımıyla medya ile son teknolojinin artılarını aldıktan sonra, tahrip projeleriyle fitnenin globalleştiğini gözlerinizle seyrediyorsunuz.
Hegemonya hedefli heva ve haz için her şey mübah… Temel düsturu cidal olunca, nihayetinde kendisini imhaya kadar giden bu hareketin felsefesi Tevhid ile çürütülemediği takdirde; kuvvet, siyaset ve bilimle tahribatı durdurmak hiç mümkün olmamıştır. Çatışma üzerine kurulu bir düşüncenin meyveleri elbette zulüm, kıtal, tehcir, yağma ve talan olacaktı.
İnşaallah devam edelim…