Dünyamız harika teknolojisi ile küçüldüğünden, hadiselere artık küllî olarak bakmamız gerekiyor. Bu temel paradigma ile hareket ettiğimizde; yerkürede cereyan eden hadiseleri de aynı ölçülerle - inşaallah- değerlendireceğiz.
Asya ve bilhassa İslâm coğrafyasının Batıdaki belli bir ideolojiye sahiplerce otuz seneye yakındır işgalini; Irak Savaşını, Arap Baharını, Suriye Savaşını, Ukrayna Savaşını ve nihayet Gazze katliamını aynı çerçevede tahlil etmeyenleri -cahil kabul etmediğiniz takdirde- kötü niyetli olduklarına inanırız. Domino etkisi ile gelen bu felâketleri başlatan-ları, buradan hasıl olan menfaatleri toplayanları, güç devşirenleri ve psikofizik projeleri uygulayan-ları aramayanların ne kadar zalim ve hukuktan uzak olduklarını anlamış oluruz.
Bu küresel hareketliliği -doğrusu savaşı- kullanarak millî devletlerin sermayesini kontrollerindeki şirketlere aktaran aktörleri ve demokrasileri kapital ile madara eden organize çeteleri nazara almayanlara insan nazarıyla bakabilir misiniz?
Hâkim medyanın bize verdiği gözlükleri bir tarafa koyalım. Onların dünya efkâr-ı ammesini hapsetmeye çalıştığı labirentlerin üzerine çıkarak hadiselere dışardan bakalım. Ekonomi ve siyaset ile sarhoş edilmiş kavga hâlindeki sokaklardan ayrılıp şehrin seyir tepesine çıkalım. Az da olsa; teknolojinin getirdiği yeni imkânlar buna fırsat veriyor. Yeter ki elimizde hakikatli haritalar, sağlam paradigmalar, doğru tanımlar ve çevremizde insaniyetini henüz kaybetmemiş aynalarımız olsun.
11 Eylül’ün bizdeki 12 Eylül’ün devamı olduğunu sonradan öğrenmiştik. Levi Straus’un temsilcisi Troçkici Henry Kissinger’in 11 Eylül sabahı ABD medyasına verdiği demeç ile Pentagon öncülüğünde Neoconların kontrollerindeki ordular önce Afganistan’a ve sonra Irak’a yürümüşlerdi. Bildiğiniz hikâyeler, yalanlar, iftiralar ve desiseler… ABD’nin saygın(!) eski dışişleri bakanı tarafından bildiri olarak dünyaya anlatılmıştı. 11 Eylül etrafındaki o gülünç hikâyeler… El-Kaidenin ABD binalarını yerle bir eden uçakları… Saddam’ın kıyamet topu ve kimyasal silah depoları… Aman Allah’ım… Her hatırla-dığımızda insaniyetimizden uta-nıyoruz. Fakat günümüzde yine ABD’de iktidara aday olmuş o müptezel Neoconlar (Kamala ve ekibi) utanmadan masumları katlettikleri dünyada, masumların huzurunda konuşabiliyorlar.
Bir dünya ihtilali olan 11 Eylül ile birlikte Asya ve Afrika’da onlarca millî devletlerde yangınlar çıkartılarak iç savaşlar başla-tılacaktı. Evleri yıkılan ve şehirleri yaşanmaz hâle gelenlerin ellerine broşürler verilip “istikamet Avrupa” denilecekti… “Madem ki ülkenizi yakıyorlar, sizi kabul etmek zorundalar”. Zaten gidilecek başka coğrafya da yoktu. İşte bu günlerde Angela Merkel ile George Soros Almanya’da birlikte bir vakıf kuracaklardı. Bu vakfın imkânlarıyla insanlar Akdeniz’e açılacaklardı. Kurtulabilenler, Malta ve İtalya üzerinden AB’ye dahil olacaklardı. Soros’un o günlerde gazetelere verdiği beyanları tekrar okumak lazım. Soros’un mahiyetin bilen hemşehrisi Viktor Orban’ı dünya diktatörü ilan edenler, Açık Toplum Vakfı’nın Budapeşte’deki “dolaplar”ını bilmiyorlardı. Fakat Macar halkı; meşhur Popper’ın talebesi bu Yahudî işadamının kuyruğuna artık teneke bağlayarak kovalıyor-lardı. Soros Merkel’e sesleniyordu. Tıpkı bizim Reis’in seslendiği gibi… AB’ nin her sene bir milyon mülteciyi alma mecburiyeti varmış… Maalesef olaylara içerden bakanlar; hem küreselcilerin sözcüsü Soros’u, hem Marksist Merkel’i ve hem de onlara kol kanat geren diğer politikacıları alkışlarken, ülkesine mülteci kabul etmeyen Orban’ı da şeytanlaştırdılar.
Yeşil Kuşak hikâyesini hatırlıyorsunuz. Moritanya’dan Pencap’a… Her yer tutuşturul-muştu. BOP haritasını revize eden Condoleezza Rice ve ekibi, projesiyle iftihar ediyordu. Bir taraftan Pentagon üzerinden Amerikan Yüzyılı giysileriyle katliamlarda bulunan Neoconlar, diğer yandan turuncu devrimler, sosyal değişim projeleri, Kişisel Gelişim furyaları, töre cinayetleri, köpekbalığı fonları, çekirge sürüleri ve nihayet cinsiyet devrimleriyle sosyal Marksistler (neoliberaller) el ele verip dünyayı yaşanmaz hâle getirebilmek için ittifak etmişlerdi. Bu sürekli devrimlerin tetiklediği çatışmalar neticesinde yurtlarını terkeden on milyonlarca insanların, AB veya Amerika’ya ulaşabilmek için yollarda kaybettikleri canları/değerleri biliyorsunuz.
Cinayeti işleyenler kendileri, cenazede gözyaşı dökenler yine kendileri… Ve öldürdükleri kişinin tabutunu sloganlar eşliğinde nümayişlerde dolaştıranlar da kendileri… Silâhı ve tetikçiyi bulan da kendileri… Yani küresel devrimci Marksistler… Birileri resmî üniformalar içinde ve üzerlerinde cinayette kullandıkları kimlikler… Diğerleri ise sivil… Fakat birlikte hareket ettiler… Birlikte yurtları yaktılar, yağmaladılar… Ve gazetelerinde başka faillerin isimlerini yazdılar.