Meşhur atasözümüzdür, ölenlerle ölünmüyor, diye.
Materyalist Batı Felsefesi’nin bin senelik bir kültür, tarih, inanç, gelenek, sanat, insanî değerler, estetik ve harsı nasıl yer ile yeksan ettiğinin tarihçesinin de bize faydası olmayacaktır, kanaatindeyiz. Burada önemli olan hususlar bu tahribatın tesbiti, tahribatı gerçekleştirenlerin kimlikleri ve bu tahripkâr cereyanlarının mahiyetlerinin gençlerimize anlatılması olduğunu artık hepimiz biliyoruz. İlk nüfus sayımında hanımının veya kızının ismini mahremdir diye vermeyen bir toplumdan, 1932 yılında “Belçika’daki kadın güzelliği yarışmasına” eleman gönderen bir ülkedeki dehşetli zıtların çatışmasını da çok işittik. Kadının fıtrî çizgisinden ifsad ile çıkarılmasının Çankaya’da nasıl bir program olarak hazırlandığını ve daha sonra anaokulundan üniversiteye bu ifsadın hangi modellerle eğitime aktarıldığını, detaylıca bilmese de milletimiz, genel olarak bilir. Bediüzzaman’ın müstebit idarenin o dönemdeki başşehir valisine, kadın hürriyetleri üzerinden attığı o meşhur sillenin sesi, bu gün yetmiş milletin dilinde yankı buluyor.
Globalleşmeyi fırsat bilen neoliberal veya Kültürel Marksistler, birlikte çalıştıkları belli bir sermayenin yardımıyla çalışmalarını dünya genelinde projelendirdiklerini önceki yazılarımızda belirtmiştik. Para derseniz para, dünyanın en donanımlı üniversitelerinden mezun iyi yetiştirilmiş elemanlar, uluslar arası kuruluşların imkânları, demokrasi karşıtı sermayenin tahakkümündeki devletlerin teknokrat kadro ve idarelerinde modern Marksizm’i sistemlere entegreye çalışan milyonlarca kişiyi düşünebiliyor musunuz? Hem de büyük sermayedarlarca finanse edilen dünya çapındaki bilimsel enstitülerde yapılan çalışmalarla insanlığın temel değerlerine ve fıtrata hücum ediyorlar. İnsanın hizmetinde olması gereken kurumların insanî değerlere karşı konumlandırılmış olmaları, burada en garip nokta olsa gerek. Batı’dan yurdumuza sokulan “tahrip projelerini sorgulamadan” içeriye almışlar. Avrupa ve Amerika’nın birinci derecede tesirindeki üniversitelerimizde, bilhassa “sosyal branşlarda” çocuklarımıza verilen imansızlık-ahlâksızlık muhtevalı müfredat ve dersleri yalın bir şekilde millete göstermeye veya anlatmaya kalkışırsanız, halkımızın tepkiyle üniversiteyi basabileceğini de düşünebilirsiniz. Fakat devletin tepesine yerleştirilen “Millî Eğitim Bakanı” ve güya onunla birlikte çalışan YÖK heyetiyle atanmış rektörlerin denetiminde, bu milletin temel değerlerini zir ü zeber edecek konuları kendi imkânlarımızla çocuklarımıza veriyoruz. Bu meselede mübalâğa ettiğimizi düşünen muterizlerle görüşmeye hazır olduğumuzu da belirtmiş olalım.
Neoliberal Marksistlerin Batı’da dinsizliği ve ahlâksızlığı esas alan program, müfredat, ders muhtevaları ile hoca profillerini bir yana bırakalım. Onlar kendilerince; “Hıristiyanlık ile birlikte birçok insanî değerleri” yirminci yüz yılın başlarından itibaren devletin birçok kuruluşundan kovdukları gibi, üniversitelerden de kovduklarına inanıyorlar. Peki Türkiye’mizde… ODTÜ, Boğaziçi, İzmir, Hacettepe ve daha birçok Anadolu’muzun büyük üniversitelerinin yanı sıra; İstanbul’daki özel üniversitelerimizde, bilhassa sosyal branşlarda ilim adına Türk toplumunun güzide gençlerine neler verdiklerinden haberiniz var mı? Bu milletin inançlarını, tarihini, töresini ve millî geleneklerini rencide ve zaman zaman inkâr eden müfredatlarından halkımızın haberdar olsaydı, yetkilileri sokağa çıkamayacakları hale getireceklerinden o kadar eminiz ki… Türk üniversitelerinde, elli senelik bir gecikme ile “cinsel devrimin” Neoliberallerin emrindeki kıt’alarca gerçekleştirildiğini elbette milletimiz bilemiyor. Heyecan ve zafer duyguları arasında ellerini ovuşturan komünistlerle masonları gördüğünüzde, gençliğin içine düşürüldüğü felâketi daha güzel görebiliyorsunuz. Aynı çalışmaları, Kemalizm musîbetine duçar olmamış Arap ülkeleri, Pakistan ve İran gibi ülkelerde de yapmaya gayret ediyorlar. Karşılarında din ile geleneği bulduklarından, düşmanlıklarıyla birlikte hücumları da artıyor, Marksist Neoliberallerin…
Türkiye’mizde tribünlere oynayan, propagandası için birçok değerimizi feda eden mevcut hükümetimizin bu hususta öyle dehşetli projeleri var ki, iktidar hâlâ o madalyonun bir tarafıyla meydanlarda rey toplamaya çalışıyor. Hakikati ise bin seneden beri bağımsızlığı, Kur’ân’ı ve dinî değerleri için şehid olan ecdadımızın kemiklerini sızlatacak kadar acı verici. Anadolu’nun en ücra köşesine “yüksek tahsili” götürmek esasında güzel bir ideal idi. Gel gör ki ne üniversitenin temel şartları, ne alt yapıları ve ne de diğer tamamlayıcı unsurların çoğu ortada yok iken, her vilâyete üniversite götürmekle övünen hükümetimiz, Kemalist-Marksist ittifakınca milletin namusunun, iffetinin ve töresinin ayaklar altında çiğnendiğinin görünmesini istemiyor. Yani bu millet; izzetiyle, iffetiyle, istiklâliyetiyle ve millî değerlerini koruyarak bu üniversitelere beş senede değil de, on senede sahip olsaydı, daha hayırlı olmaz mıydı?
Kadın üzerinden Türkiye’nin üniversiteleri aracılığıyla toplumun başına boca edilmiş yozlaşma, cinayetler, anarşizm, ahlâksızlık, tembellik ve neslin zayıflatılması musîbetlerinin çetelesini tutacak cesur araştırmacılara ihtiyacımızın âcil olduğunu düşünüyoruz. İçişleri bakanlığımız ile emniyetimiz bu hakikati açıklamasa da; günde üç-beş üniversiteli kız öğrencinin erkek arkadaşı kurbanları olduğunu, dolaylı olarak medyadan takip edebiliyoruz. Bizim gençliğimizde dindar Anadolu şehirlerinin ahlâki şikâyetleri daha çok bazı askerî konuşlanmalar üzerinden yapılırdı. Mevcut üniversiteler aracılığıyla başlatılan ahlâk yangını, dünkü yangınlara on defa rahmet okutturur düzeye çıktı, günümüzde. Bu felâketin pimi siyasal İslâmcı iktidarın fuhuş ve zinayı serbest bırakan uygulamasıyla çekildi, diyenler de haksız değiller. İktidar neoliberallerin baskı ve korkularına karşı kadın meselesinde hiç dik duramadı. 12 Eylül öncesindeki yurtları askerî ve çok disiplinli bulanlar, binlerce tek veya iki kişilik bekâr evleri (kız arkadaşıyla birlikte kalınan yerler) ve benzeri uygulamalara göz yumdular. Nispeten milletin namus ve iffetinin korunmasına çalışan dinî cemaatlerin AKP eliyle tu kaka edilmesiyle, maalesef Anadolu dindarlığının veya geleneksel muhafazakârlığın altına, ahlâk karşıtlarının dinamit yerleştirmelerine zemin hazırladılar. Bütün bunların Feminizm, Diversity, kadın hürriyetleri ve liberal Müslümanlık adına yapıldığını duyan yetkililerimiz, sessiz kalmayı tercih ediyorlar.