"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Duyguların ifrat ve tefrit hâli

Süleyman KÖSMENE
17 Kasım 2025, Pazartesi
Nuran Hanım: “Aşk-ı mecâzî nedir? Ne değildir? Câiz midir?”

Duyguların Üç Hâli

Aşk bir şeye şiddetli sevgi duymaktır. Allah’a şiddetli sevgi duymak Allah’ın hakkıdır. Ama sevgi duyulan bir beşer olursa orada durmak gerekir.

Muhabbetin de diğer kuvvelerimiz gibi üç hâlinden söz etmek mümkündür: İfrat, tefrit ve itidal. Muhabbetin ifrat hâlini; mecazî olsun, hakikî olsun, “aşk”la tanımlayabiliriz. Bediüzzaman (ra), “aşk, şiddetli bir muhabbettir”1 der. 

Tefrit hâli, kalbin kin ve nefretle lebâleb doldurulmuş olmasıdır. 

İtidal hâli ise, akl-ı selîmin hâkim olduğu sevgilerdir. 

Hiç şüphesiz muhabbetin her üç hâli için de helâl-haram sınırı söz konusudur. Ancak itidal halinde akl-ı selîm tarafından yönlendirilmesi, diğer iki hâle nazaran daha kolaydır. İfrat hâlinde ise akl-ı selîm ve irade genelde muhabbetten geri planda kalmaya mahkûmdur. Bu, aşk-ı mecazî için de, aşk-ı hakikî için de böyledir.  

Meselâ aşk-ı mecazî ile bir aşık, sevgilisinin yüzünü güneşten daha parlak görmekle akl-ı selîmden uzaklaştığı gibi; aşk-ı hakîkînin manyetik alanına girmiş olan, meselâ bir Yunus; 

“Cennet, Cennet dedikleri; birkaç köşkle, birkaç hûri;

 “İsteyene ver onları; bana seni gerek seni!” diyerek; aslında Cenab-ı Hakk’ın bin bir Esma-i Hüsnası ile tezyin edip tefriş buyurduğu Cennet gibi bir ikramını Cenab-ı Hakkın aşkı için hiçe saymakla, yine akıl terazisinden uzaklaşmaktadır. 

Aklın Kayıp Noktası

Akl-ı selimle düşünürseniz, sevgilinin ikramı reddedilmez. Sevgilinin ikrâmı ile sevgili arasında neden bir tercih yapmak zorunda kalalım? İşte bu soruyu soran, akl-ı selîmdir. Aşkın cazibe alanına kapılmış bir gönül bunları soramaz. Çünkü bu alanda akıl mahkûmdur; akıl konuşmaz. Burada kalp konuşur, gönül konuşur; akıl susar ve akıl kalbe katlanır. 

 Fakat ne var ki, aşk-ı hakikî Allah’ın aşkı olduğundan; hiç olmazsa burada gönül Allah için tüm mâsivâdan geçmekte, mâsivâyı Allah için terk etmekte; Vedûd İsminin gölgesinde Allah’a yaklaşmakta ve neticede bu hâl ubûdiyete büsbütün aykırı olmamaktadır. Dolayısıyla aklın kontrolünü elden bırakmamak şartıyla aşk-ı hakikî hem caizdir, hem de feyiz ve kemâlât kaynağı olabilir. 

Aklın kontrolünden çıkarak hata yaptığında; Cenab-ı Hak tarafından günahtan ve sorumluluktan muaf da tutulabilir. Çünkü akıl terâzisini Allah’a olan aşkından dolayı kaybetmiştir. 

Ancak her ne kadar hatadan mazur sayılsalar da, umuma feyiz ve kemâlât kaynağı teşkil etmez. Çünkü cadde-i kübrâ sahibi olan Resûl-i Ekrem Efendimizin (asm) Allah’a olan bağlılığı, her şeyden önce ubudiyet ve kulluktan ibaretti. Hâlâ biz, O’nun Allah’ın kulu olduğuna şehadet etmekteyiz. Şu halde cadde-i kübrâ aşkta değil, kulluktadır. 

Aşk-ı Mecazîye Gelince

Aşk-ı mecazîye gelince; bu, mâsivâya veya mâsivâdan herhangi birisine duyulan bir ilgi ve muhabbet yoğunluğundan ibarettir. Tehlike boyutu alabildiğine büyüktür. Çünkü yine akıl baştan gitmekle beraber; sevilen şey fânî olduğundan o derin sevgiye de değmemekte; dolayısıyla bu muhabbet yoğunluğu kalpte derin yaralar açmaktadır. 

Öyleyse Yaradan’ın dışındaki şeyler, yani mâsivâ ya Allah rızâsı için sevilmeli, ya Allah’ın sevgisine vesîle yapılmalı ya da sevilmemelidir! Bu ölçüleri koruyabilmek için ise; aşık, akl-ı selîmi ve ahlâkı elden bırakmamalıdır. Zira akl-ı selîmi ve ahlâkı baştan alan bir aşk-ı mecazî ile aşık, haram-helâl ölçüsünü kaybedebilecektir.

Fuzûlî’nin Leylâ ile Mecnûn’unda sergilendiği şekliyle; ileri derecede aşk-ı mecazînin, sonunda aşk-ı hakikîye inkılap etmesi için, yine aklın ve ahlâkın hakem olması şarttır. Zira sevdiği şeyin fânî olduğunu ve bu şiddette sevgiye değmeyeceğini; böyle bir aşk ile ise, ancak bâkî olan Allah’ın sevilebileceğini neticede akl-ı selîm tartacak, değerlendirecek ve kalbi yönlendirecektir.

Şu hâlde; aklın, ahlâkın ve edebin ön planda olmadığı bir aşk-ı mecazî caiz değildir. Eğer aşk-ı mecazî yaşanıyorsa akıl, ahlâk ve edep mahkûm değil; kalbe ve davranışlara hâkim olmalıdır.

        

Dipnot: 1- Mektûbât, s. 37.

Okunma Sayısı: 178
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı