Gündeme gelen meseleler hakkında herkesin kendine göre bir bakış açısı vardır. Hüküm, yorum ve değerlendirmeler de ona göre yapılır.
İnsanların hür ve serbest şekilde farklı görüşlere sahip olması gayet normal bir durumdur. İfade hürriyeti ise temel insan haklarındandır.
Farklı görüşlerin serbest olarak serd edilebilmesi, aynı zamanda hürriyet ve demokrasinin de bir gereğidir, hatta erdemidir denilebilir.
Ayrıca, kimsenin kimseyi baskılamaması, mobbing uygulamaması, dayatmada bulunmaması, bir “dâr-ı tecrübe ve imtihan” yeri olan şu dünya hayatının şartıdır, gereğidir, lâzımıdır…
«
Bu zamanda fert, aile ve cemiyeti alâkadar eden meselelere dair temel ölçüleri, biz Nur Risalelerinden alıyoruz.
Bu yaklaşım tarzına karşı tenkit ve itirazda bulunacaklar olanlar için şunu hemen ifade edelim ki: Baştan sona ayet ve hadis yorumu olan Risale-i Nur, hiç şüphesiz Kur’ân’ın malıdır. Aynı zamanda Kur’ân’ın hakikî ve hikmetli bir tefsiridir. Bir peygamber varisi olan Bediüzzaman Said Nursî de, tavzif edildiği bu hizmette bir vesiledir, bir vasıtadır. Kendi ifadesi ile “Üzümün kuru çubuğu hükmündeyim” diyor.
Bu hatırlatmalardan sonra, güncel bir konuya şöylece geçiş yapabiliriz:
Kırk yılı aşkın süredir kardeş kanının akıtıldığı 85 milyon nüfuslu bu vatanda, tabir yerinde ise “yetmiş iki millet”en insan yaşıyor. Nüfus kalabalığı itibariyle, birinci sırada Türkler, ikinci sırada Kürtler, ardı sıra Araplar ve diğer unsurlar geliyor.
Bu vatanda yine her unsurdan yüz binlerce, hatta milyonlarca insan şu veya bu ölçüde benimseyerek Nur Risaleleri okuyor. Risale-i Nur’a sadâkatla bağlı olan Türkler Türkçü değil, Kürtler Kürtçü değil. Aynı şekilde, Arap, Acem, Afgan, Tatar, Berberî, Siyahî, Laz, Çeçen, Çerkes, Sırp, Arnavut, Boşnak, Pomak ve sair unsurdan olanlar da ırkçılık manasındaki milliyetçilik illetinden uzaktır.
Durum böyle olunca, Risale-i Nur’dan tam ders alan sadık Nur Talebeleri, “Türkçülük” ile ilgili meselelere “Türk kafası”yla bakmadığı gibi, “Kürtçülük” yahut Kürtlerle ilgili meselelere de “Kürt kafası”yla bakmaz.
Bu ve benzeri meselelere hak nâmına, hakîkat hesabına bakar. Türklerle Kürtleri “bin yıllık vatandaş ve cihad arkadaşı” olarak görür. Aralarında herhangi bir ayrım görmez ve gözetmez. Ayrımcılık yapan varsa, muhtemelen onlar hakiki Türk ve Kürt değildir. Nitekim, Üstad Bediüzzaman, bu vatanda Türkçülük yapan reislerin “hakikî Türk olmadığını” ifade eder.
Hakikaten, bizim de araştırmalarımız aynı neticeyi veriyor: Türkçülük fikrinin reislerini araştırdığımızda, bunların ekseriyetinin Türk ve Müslüman olmadığı görüyoruz.
Madem öyle, o halde Türk olmayanların niçin Türkçülük yaptıklarını iyice mihenge vurmak lâzım. Böyle davranmaktaki asıl maksatları, bu vatanın evlâtlarını birbirine kırdırmak ve aralarında kıyamete kadar bitmeyecek husûmet tohumlarını ekmekten ibarettir.
«
Şimdilik son olarak şunu ifade edelim: Bu ülkede Kürtlerle ilgili bir mesele, bir sıkıntı varsa, ki yüz seneyi aşkındır var, bu sıkıntıyı Kürtlük damarıyla bakarak ve öyle hareket ederek kendi başınıza çözemezsiniz. Belki, bunu bir “temel insan hak ve hürriyetleri” çerçevesinde görüp, çare ve çözümü de yine aynı zâviyeden bakarak mümkün kılabilirsiniz. Aksi halde, iş sarpa sarar, mesele düğüm bağlar; problem çözümsüz bir hale gelir. Madem öyle, o halde Nur Talebelerinin “Kürt meselesi”ne de Türk-Kürt kafasıyla bakmalarını kimse beklemesin. Zira, hakikat noktasında “Milliyetimiz bir vücuttur; ruhu İslâmiyet, aklı Kur'ân ve imândır.