İnsan unutsa da tarih ve zaman unutmuyor. Türkiye’nin Ortak Pazar hikâyelerini, Demokratlarımızın AB’ye girme teşebbüslerini ve 12 Eylül’cülerin Avrupa Birliği düşmanlıklarını, “Kürtçülük meselesi” çerçevesine dâhil etmemizi garipseyenler olabilir. 20. ve 21. yüzyılları Risale-i Nur’a bakmaksızın konuşanlar, yazdıklarımızı komplo teoriciliğiyle ilişkilendirebilirler. Cihan Harbi’nden günümüze kadar cereyan eden hadiseleri bütünlük içinde inceleyebilmek için; Bediüzzaman’ın belirlediği çerçeveyi, zamanın kaidelerini, küçülmüş küremizdeki cereyanları, değişen müttefikleri, çatışmadaki unsurları, ileri demokrasilerin tanımlarını, zamanın ihtiyaçlarını ve Kur’ân’ın zamanımıza yansımalarını Risale-i Nur Külliyatından okumak gerekiyor. Bu konulardaki araştırmaların yetersiz olduğunu biliyoruz.
Bediüzzaman 1929’da; Âhirzamandaki dehşetli global dinsizlik cereyanlarına karşı Müslümanlarla Hıristiyanlar ittifak edemedikleri takdirde, mutlaka mağlup olacaklarını söylüyor.1
Beşinci Şua, Birinci Mektup, Lâhikalardaki bazı mektuplar ve Hutbe-i Şamiye gibi eserlerinde; Müslümanlarla Hıristiyanların ittifak mecburiyetini yazan Said Nursî’yi takip eden talebeleri, Avrupa Birliği’ni, bir ekonomik ittifaktan ziyade; demokrasi ve barış projesi olarak görürler. Dünya barışına ve demokrasiye, gasp ettiği teknolojiyle adeta saldıran küresel ihtilâlcilerin karşısında devletlerin yalnız başlarına mağlup olduklarını, kendi zamanından haber veriyor. Bu gerçeğe binaen Nurcular, destekledikleri Demokratlara daima AB’ye girmeyi tavsiye ettiler.
İslâm Birliği’ni ve AB’yi; dünya barışına, semavî dinlerin ittifakına ve demokrasiye çalışanlar, temel alıyorlar. İhtilâlci Küresel Marksistler de, bu birlikteliği, önlerindeki yegâne engel bildiklerinden, planlarını ve projelerini buna göre yapıyorlar. Avrupa Birliği’ni siyaseten ve iktisaden zayıflatarak dağıtmak, Müslüman dünyasında daimî çatışma ve nifakla Müslümanların birlikteliklerini bozmak, demokrasi yerine komitelere bağlı olan veya müstebit idarecileri destekleyerek, Müslümanların millî bağımsızlıklarını engelleme hedefine kilitlenmişler…
Yukarıdaki ifadeleri müşahhaslaştıracak misallere, 12 Eylül hükümetlerinin icraatlarında çokça rastlıyoruz. Beyanlarıyla icraatları tezat hâline gelmiş ANAP ile AKP hükümetlerinin mahallî ve hudut harici icraatlarından yüzlerce misal verebiliriz:
Körfez Savaşları’nın mimarlarından Özal’ın; Irak’ı parçaladığını, Süleymaniye’deki Kürtleri temsil iddiasındaki Talâbanî’ye diplomat pasaportu verdiğini, Saddam’a düşmanlık yaparak Kuzey Irak Kürtlerini Türkiye üzerinden Avrupa’ya gönderdiğini ve Şark’taki katliamlara seyirci kaldığı gibi, Kemalist ırkçı memurlar/valiler tayin ederek Türk-Kürt ayrışmasını derinleştirdiğini söyleyenlere kim cevap verebilir ki? Özal’ın uyguladığı Türk-İslâm sentezi programı ise, Kürtçülük fitnesinin ülkenin diğer bölgelerinde de uç vermesini sağlayacaktı.
ANAP’ın devamı AKP, bu istikamette biraz ileriye gidecekti. 1 Mart Tezkeresinden Barzanî’ye devlet ve şehirler inşa etmeye kadar… Hatta cezbeyle, Bağdat’ı devreden çıkarıp yalnızca Erbil’le enerjide işbirliklerine girişmişti. Âkillerle masaya çağırdıklarını hendeklere dökmüştü. Rüşvet yüklü tatlı üsluplarıyla söylediklerinin tersini yapmışlardı, AKP kurmayları. Her iki hükümet de Neoconlara sadakat göstererek bölgede katliama varan cinayetlere göz yummuşlardı. Kürtlüğü PKK terör örgütüyle özdeşleştiren AKP, ısrarla, Kürtleri, Avrupa’dan idare edilen Marksistlere bağlama peşinde koştu. Bölgedeki diğer Kürt gruplarını, aydınlarını ve dinî cemaatleri muhatap kabul etmediler. Diyebiliriz ki, AKP, Kürtçülük fitnesiyle, hem demokrasiye geçişimizi ve hem de AB’ye girişimizi engelledi.
Kürtleri bahane ile Türkiye’yi AB’den uzak tutma gayretlerini yalnızca 12 Eylül hükümetleri göstermediler; Marksist Kürtlere annelik iddiasındaki Madam Mitterrand’dan Sarkozy’ye, Helmut Kohl’e, Merkel-Soros birlikteliğiyle ve Yeşillerle taçlanan çalışmaların, bir başka araştırmanın konusu olduğuna inanıyoruz. Ki Avrupalı Marksistlerce desteklenen Kürt siyasi hareketleri, birlikteliklerini gizlemediler. İngiliz Yeşilleri’nin amblemini partilerinin logolarıyla değiştirecek kadar açık ittifaklarla iftihar ettiler.
Bediüzzaman, Kürt milletinin demokrasiye yatkınlığından örneklerle bahsediyor. AKP hükümetinin Marksist Kürt partisiyle muhalefeti parçaladığını, Kürtleri iktidarlarına nasıl mecbur bıraktığını, bir başka yazıya bırakalım…
Dipnot: 1- Mektubat, s. 60.