“Yâsîn Sûresinin 40. ayetinde güneşin aya erişemeyeceği, gecenin de gündüzü geçemeyeceği, her birisinin bir yörünge üzerinde yürüdükleri beyan edilir. Başka âyetlerde de gece ile gündüzün birbirini takip ettikleri belirtilir. Oysa kutuplarda bir gün altı ay gece ve altı ay gündüzden ibaret. Bu ayetlerle kutuplardaki altı ay gece ve altı ay gündüz olma durumunu nasıl izah edeceğiz?”
Kur’ân, Bizi Okuyor
Eşsiz bir sanat eseri olan kâinatın süslenmiş bir Kur’ân olduğunu bildiren Bedîüzzaman, Kur’ân-ı Hakîm’in ise büyük kâinat Kur’ân’ının en yüksek bir müfessiri ve en anlaşılır bir tercümanı olduğunu kaydediyor. Said Nursî Hazretlerine göre Kur’ân-ı Hakîm şu kâinat sayfalarında ve zamanların yapraklarında kudret kalemiyle yazılan oluşum ve yaratılış ayetlerini cinlere ve insanlara ders vermektedir.
Kur’ân, her biri birer manidar harf olan varlıklara mana-yı harfî nazarıyla bakar. Yani onlara Yaratıcıları adına bakar ve öyle de bakılmasını tavsiye eder. Bu bakışta, “Ne güzel yapılmış ve ne güzel bir sûrette Sânî’in cemaline delâlet ediyor.” ölçüsü hâkimdir.
Gece ve Gündüz Sonsuz Bir İradenin Eseri
Cenab-ı Hak dilerse gece ve gündüzü yirmi dört saatle sınırlar, dilerse daha farklı saatler tanzim eder. Nitekim dünya dışındaki her bir gezegende gece ile gündüz ölçüsü ve zaman ölçüsü tamamen farklıdır. Hepsi de o sonsuz iradenin ve kudretin eseri olduklarını kâinata ilan etmektedirler.
On İkinci Sözde, meşhur ve sanatkâr bir hâkimin yazdığı harika bir Kur’ân’dan temsil getirilir. Şöyle ki, hâkim her ayet için, işâret ettiği manaya göre farklı mücevherler, farklı renkler, kıymettâr cevherler kullanır. Farklı hakîkatleri, farklı cevherlerle ve farklı renklerle yazar. Öyle süsleyip nakış nakış işler ki, okumayı bilen bilmeyen herkes onu görüp hayran kalırlar. Bilhassa akıl ve fikir ehli Kur’ân’ın manasıyla Kur’ân’ın yazılışındaki uyumu karşısında mest olurlar.
Sonra o hâkim, yazdığı bu eşsiz Kur’ân’ı bir ecnebî filozofa, bir de Müslüman âlime vererek her birisine bu harika kitap hakkında birer eser yazmalarını emreder. En güzel esere mükâfat vereceğini taahhüt eder.
Ecnebî filozof yazdığı eserde yazıların renklerinden, süslerinden bahseder.
Âlim ise, ayetlerin manalarıyla uyumlu mücevherler kullanıldığını takdir eder. Fakat ayetlerin manalarını yüksek bir anlayış ve kavrayışla okur, anlar ve tefsir eder.
Her ikisi de yazdıkları eseri hâkime sunarlar. Hâkim, filozofun eserini iâde eder. Fakat ayetlerin manalarını derinliğine tefsir eden eser sahibini ödüllendirir.
Kur’ân Penceresinden Bakış
O süslü Kur’ân, bu eşsiz sanatlarla yaratılmış kâinattır. O hâkim, Hakîm-i Ezelî olan Allah’tır. O adamlardan birisi, tabiata ve kâinata sırf nakışları için bakan felsefecilerdir. Diğeri ise, kâinata Yaradan hesabına bakan, kâinatta var olan her şeyin ifade ettiği derin manayı anlayan, ifade eden ve ders veren, tabiattan ve varlıklardan hareketle Yaradan’ın eşsiz yaratıcılığını, iradesini, ilmini, hikmetini, kudretini gören ve gösteren Kur’ân’dır.1
Kur’ân bizi kâinatı okumaya davet etmektedir. Kur’ân’ın kâinattan, dünyadan, tabiattan, güneş ve ayın hareketlerinden, insanlar ve cinlerin yaratılışlarından, gece ve gündüzden, hayvanların varlık sebeplerinden, bitkilerin nimet değerinden bahsedişi bütün bunlarda Allah’ın varlığına, birliğine deliller olduğu için, ahiret hayatına ve diğer iman esaslarına açılan muhtelif kapılar ve pencereler bulunduğu içindir.
Anlaşılan o ki, Kur’ân penceresinden kâinata baktığımızda ister gece ve gündüz ölçüsü yirmi dört saatten ibaret olan sıcak bölgeleri, ister altı ay gece, altı ay gündüz olan kutup bölgelerini değerlendirelim; hepsinde Allah’ın eşsiz gücünü, sonsuz kudretini, sınırsız ilmini ve hadsiz iradesini görmekte gecikmeyiz.
Gerisi sadece ayrıntı olur.
Dipnot:
1- Sözler, s. 121.