Osman Bey: “Risâle-i Nur Külliyatı’nın yeni yazı ile yazılmasını tarîhî seyri içinde ele alabilir misiniz? Osmanlıca okumak ve yazmak Risale-i Nur talebeliği ünvanını almak için yegâne tek şart mıdır?”
Zaruret Derecesi
Bin yıllık yazı dilimiz olan Osmanlıca’nın, Risale-i Nur’lar için Latin alfabesine göre daha elverişli bir yazı dili olduğu kesindir. Bu açıdan imkânı olanların Osmanlıcayı öğrenmeleri faziletlidir.
Fakat Latince mecbur olunca, Üstad Hazretleri Latince’yi de uygun görmüştür. Esas olan anlamak ve yaşamaktır.
Bir mektubunda Hâfız Mustafa’ya, “El makinesiyle, mümkünse eski hurufla, değilse yeni hurufla Nur fabrikasının divanındaki heyet münâsip görse ve hâl müsâde etse yazılsın. Bize de bazı nüshalar gönderilsin.” der.
Bu mektubun haşiyesinde de bu zarûreti şöyle açıklar:
“Risale-i Nur’un bir vazîfesi, hurûf-u Kur’âniyeyi muhafaza olduğundan, yeni hurûfa zaruret derecesinde inşallah müsaade olur.”1
Nur Postacıları
Son Şahitlerden Selahattin Çelebi anlatıyor:
“İnebolu’da yüzlerce parmak Nurları yazmaya başladı. Nafiz’ler, İbrâhim’ler, İzzet’ler, Ziyâ’lar, Osman’lar, Sâlih’ler, Ömer’lerin kalemleri beş sene matbaa tesisleri gibi işledi. Kastamonu-İnebolu arasında Nur postacıları da teşekkül etmişti.
“Bu şekilde hizmetler fasılasız yürürken İstanbul’da bir ticarethanede teksir makinesi gördüm. Bu makinanın bir dakikada yüz sahife bastığını öğrenince hemen makinayı satın alarak İnebolu’ya getirdim. İlk defa Nur’lardan Yedinci Şua, Kâinat Seyyahının Müşahedeleri olan Âyetü’l-Kübrâ Risâlesini teksirle çoğalttık. İlk nüshayı Üstada götürdüğüm zaman fevkalâde memnun oldu. Eserin sonuna hissiyatını şu cümlelerle ifade etti:
“Yâ Rabbi! Bir kalemle beş yüz nüsha yazan Nazif Çelebi ve mübarek yardımcılarını Cennetü’l-Firdevs’te mes’ût kıl.”2
İmanı Kurtarmak Lâzım
Bayram Yüksel ağabeyin dilinden:
“Risâle-i Nûr Külliyâtının 1955’ten sonra yeni harflerle Ankara, İstanbul, Antalya ve Samsun’da basılmaya başladığında Üstadımız âdeta bayram ediyordu. “Risale-i Nur bayramıdır.” Derdi. Sözler mecmuası ilk matbaaya verildiğinde;
“Ben bunu bekliyordum. Bu bitsin; ben ahirete gideceğim!” demişti.
O bitti; Mektûbât başladı. “Bunu da görsem gideceğim!” dedi.
Ondan sonra Lem’alar, İşârâtü’l-İ’câz, Mesnevî-i Nûriye, Asâ-yı Mûsâ, Şualar, Tarihçe-i Hayat ve en son Bediüzzaman Cevap Veriyor basıldı. Her kitap baskıya verildiğinde;
“Yâ Rabbi! Bunu görsem gideceğim! Bu günleri bekliyordum!” derdi.
“Hattâ bir gün Sözler mecmûası ilk çıktığında, Said Özdemir kardeşimiz Üstadımıza göndermişti. Üstadımız çok sevindi. Ağabeyimize hediye etmek istedi. O da:
“Üstadım! Bu yeni yazıya niye müsaade ettin?” dediğinde, Üstadımız:
“İmanı kurtarmak lâzım!” dedi.3
Üstad Hazretleri, muhtelif risalelerin sonuna o risaleyi “bastıranlara” duâ cümleleri koymakla4 birinci plânda iman kurtarma hizmetinin bulunduğunu; araçların her hal ve şartta bu hizmet için seferber edilebileceğini göstermiş bulunmaktadır.
Risale-i Nur için yazı dili olarak Osmanlıca okumak ve yazmak şüphesiz ideal olabilir, ama bunu talebeliğin şartı haline getirmek doğru değildir. Çünkü esas olan Risale-i Nur’ların neşridir. Zaruret durumuna göre araçlar değişiklik arzedebilir. Fakat esas değişmez. Temel değişmez. Ana cadde değişmez.
Nitekim, Üstad Hazretleri talebeliği şöyle tanımlar:
“Sözleri kendi malı ve telifi gibi hissedip sahip çıksın. Ve en mühim vazife-i hayatiyetini onun neşir ve hizmeti bilsin.”5
Dipnotlar:
1- Kastamonu Lahikası, s. 162, 164, 165
2 -Son Şahitler, 1/136,138
3- Son Şahitler, 1/405
4- Mektûbât, s. 505; Sikke-i Tasdik-i Gaybî, 236;Lem’alar, s. 427; Sölzer, s. 686; İşârâtü’l-İ’câz, s. 277
5- Mektûbât, s. 329