Asır insanı cahiliye döneminden de beter buhranlar ve cinnetler içinde kıvranmakta ve hastalanan insanlık kurtarıcı bir el beklemekte, tutunduğu yanlış eller ise acılarını arttırmakta ve cinnete sürüklemektedir.
Hemen hemen her gün gazete ve tv haberlerinde cinnet geçiren ve etrafındaki insanları yok eden ve sonra da kendisini yok edenlerin haberlerine rastlamaktayız.
Âniden çevresindeki insanlara zarar verici ve yok edici bir davranış içine girme ve bunu kontrol edememe gibi cinnet halleri toplumun hemen hemen her tabakasında görülmeye başlamıştır.
Psikolojik rahatsızlığı olanlar, mantıklı düşünemeyen, kişilik bozukluğu olanların dışında hayatın normal akışı içinde stres ve ağır kayıplar yaşayanların da cinnet geçirmesi olasıdır.
Peki insan neden cinnet geçirir?
Aslında cinnet hâli, anlık bir durum gibi gözükse de alt yapısı zaman içerisinde oluşmaktadır. Her şeyden önce sağlam bir iman temeli ve imanın neticesi olan tevekkül ve teslimiyet halleri duyguların sağlıklı zeminini bulmasını sağlayacaktır. Aksi halde, insanlar daha çabuk öfke nöbetlerine girip, duygusal yıpranma ve cinnet zemini oluşturmuş olacaklardır.
İnsanın manevî programı kulluğa müsait bir şekilde tanzim edilmiştir. Bu programı bozan her hâl, insanın manen hastalandırır ve tedavisi ihmal edilen bu hastalıklar da insanı intihara, öfke nöbetlerine ve cinnet hallerine taşımaktadır.
Her insanın öfke kontrol noktası çok farklıdır. Bu kontrol denilen sabır noktası ise, tamamen kişinin inancı ve dünya-ahiret algısıyla doğrudan alakalıdır.
Her şeyden önce başa ne gelirse gelsin, bu dünyanın imtihan yeri olduğunu bilmek ve ona göre tahammül gücünü arttırmak insanı yaşanan hadisatın tazyikatından muhafaza edecektir.
Ayrıca, Hakim, Âdil ve Rahim bir Zatın terbiyesinde olduğunu bilmek, her şeyin Samedanî bir mektup olduğuna inanmak, başa gelen musîbetlerin iman derecesini arttırmak ve daha büyük yanlışlara girmemek için birer ikaz taşı olduğunu bilmek kişinin hadiseler karşısındaki mukavemetini, sabrını, tahammül gücünü arttıracak ve insan böylelikle kemalât kazanacaktır.
İnsanın yaşadığı olaylar karşısındaki tavrı, kendisine ve hayata verdiği değerle çok alâkalıdır.
Her insanın depresyona girme riski vardır. Ancak bu herkesin cinnet geçireceği anlamına gelmez. Genelde cinnet hâlini tetikleyen psikolojik sebeplerle beraber dış etkenler olup işsizlik, yoksulluk, içki, kumar gibi durumlar da cinneti besleyen sebeplerdir.
Oysa insan, helâl bir yaşantıyı ve imtihan algısını hiç kaybetmese, bu durumlara düşmeyecektir.
İnsanın manevî alanda zayıflaması, kendi kökleri ile bağının kopması, yalnızlaşmak, batı özentisi, dünyevîleşme, maddenin ön plana çıkması gibi durumlar insanları tatminsiz bir boşluğa atmaktadır.
Zengini manevî boşlukta, fakiri maddî yetersizlikten mutsuz olmakta ve neticede her an patlamaya hazır bir toplum ile yüz yüze gelmiş bulunmaktayız. İnsan dünyalıklara ve fani şeylere sıkıca tutunduğu ölçüde elleri ve yüreği kanıyor, kanadıkça, dünyayı tahkir ediyor, ama neticede de ne muradına ulaşıyor ne de duygularını teskin edebiliyor.
Beklentileri arttıkça daha fazla bir hırsla köpüren insan, istediklerini elde edemeyince hayal kırıklıkları, öfke nöbetleri ve neticede de cinnet tehevvürleri yaşamaya başlıyor.
Hâsılı, inanç ve irfan boşluğu her şeye heva ve hevesle başlayıp hezeyan ve hasaretle bitirme boşluğu, ruha ve mânâ köklerine yabancılaşma boşluğu, Allah’tan kopuk yaşama boşluğu, istikbal nazarlarının karanlık ve kirliliği boşluğu, millî ve manevî değerlere yabancılaşma boşluğu vs. daha bir sürü boşluk… İnsanın insanca yaşamasını bu boşluklar mümkün kılmıyor. Bu yüzden ya sarhoşlukla iyice dibe vuruyor ya da kendini ve çevresindekileri yok eden cinnet halleri geçiriyor.
Maddî refah ve imkânlar ruhlarda ihsan edilmiş nimet hislerini uyandırmak yerine insanları daha da çılgınlaştırıyor ve hayatı kendi elleriyle yaşanmaz kılıyor.
Her şeyden önemlisi, kalp ve ruhları besleyecek ve hayatın içindeki boşluklara yer vermeyecek tek şey, tam bir kulluk hâlidir. Kul olduğunu ciddî idrak etmiş bir insanda, kontrolsüzlük ve haddi aşma halleri olan cinnet görülmez. Kalpler, ancak Allah’ın zikri ile mutmain olur. Ruhlar, ancak O’na yönelmekle ıztıraplarından kurtulur. Sonsuz arzular, ancak O’nunla elde edilir. O’nu bulan her matlubuna nail olur. O’nu bulan her sıkıntıdan kurtulur.
Netice olarak, “Hıfz-ı Kur’ânî her müşkilâta galip ve lezzet-i hizmet-i imaniye her kederi unutturur.” (Barla Lâhikası, s. 144.)