Geçenlerde bir arkadaşımızda misafirdik.
İkram, sohbet, muhabbet, dostlar, arkadaşlar, kısaca her şey güzel; beraberce itinayla işlenmiş el emeği göz nuru seccadelerde namaz kılmak ayrı bir güzeldi...
Ne var ki; hepi topu 2 saat kaldık sonra evimize geri döndük.
İzzetle ağırlandık, hürmetle yolcu edildik.
Biz de; gördüğümüz bunca iltifat ve itinalı muameleye tekrar tekrar teşekkür ettik, müteşekkir ve minnettar olduk.
Fakat bütün bu konfor geçiciydi... Meskûn değildik adı üstünde seferiydik misafir idik. O evde bir kaç saatlik konuktuk sadece. Bu yüzden ısrarla kalmak istemedik böyle beyhude bir hevese yeltenmedik.
Ev sahibinin hiçbir iradesine müdahale edecek tavır ve davranışlarda bulunmadık, sadece o geçici, ama güzel vakitlerin tadını çıkardık.
Zira geçici bir beraberlik olduğunu biliyoruz.
Her an çıkacak vaziyette gözümüz saatte, zihnimiz gideceğimiz menzille alakâdar şekilde görünüşte çok keyifli, ama aslında içten eğreti oturduk... Hiç bir şey için ‘ahh keşke bu da benim olsun, bunu eve götürmek istiyorum’ demedik. Temellük etmedik hele hele ben burada kalacağım deyip işin tadını kaçırmadık. Aklı ermez çocuk muyuz, arsız mıyız, tabi ki böyle yapacağız, her misafir olan bunu bilir. Tersini düşünmek aklına gelmez, adab-ı muaşerete muvafık davranır.
Zaten bunun aksine harekete tenezzül etmez. Değil başkasının yakıştırması, kendisi bile böyle bir zihniyeti insanlık haysiyet ve şerefine yakıştıramaz, böyle sakil düşünceler mevzubahis bile olamaz. İşte o kadar tabiî o kadar insanî ki misafirlik adabına riayet etmek...
Aynen böyle de insan başka bir insana tabi olarak gösterdiği misafirlik adabına riayeti nedense dünya misafirhanesinde Rabbi tarafından ağırlanan şerefli bir kul mesabesinde gösteremez. Bazen aciz kalır dünyadan çıkıp gitmek istemez. Herşeyiyle sahiplenir de ‘Bunda benim ne hakkım var ki hepsi de Rabbimin fazlındandır’ demez.
Ya da der, ama nefsine her zaman söz geçiremez. İzzetle ağırlanırken zelil ve hakir gitmemek için bu dünyadan bu ibretli dersi kulağa küpe yapmak gerekir.
“Sen burada misafirsin. Ve buradan da diğer bir yere gideceksin. Misafir olan kimse, beraberce getiremediği birşeye kalbini bağlamaz. Bu menzilden ayrıldığın gibi, bu şehirden de çıkacaksın. Ve keza, bu fâni dünyadan da çıkacaksın. Öyleyse, aziz olarak çıkmaya çalış. Vücudunu Mûcidine feda et. Mukabilinde büyük bir fiyat alacaksın. Çünkü, feda etmediğin takdirde, ya bâd-ı hevâ zâil olur, gider, veya O’nun malı olduğundan, yine O’na rücû eder.” (Mesnevî-i Nûriye, Habbe, s. 101)