BİR ÇEŞMEBAŞI SOHBETİ ...
Zaman; milâdî asırlardan 17. sini yutmak ve yeni bir asra dönmek sancılarında… Belde; Osmanlı payitahtı İstanbul… Devir; Sultan IV. Mehmed Dönemi…
Asrın bu inkılâba muntazır durağına paralel olarak, Devlet-i Al-i Osman da sancılı… 39 yıl süren padişahlığı ile Kanunî’den sonra tahtta en uzun oturma sıfatına haiz olmakla beraber dışarıdan bakana eski şevket ve ihtişamını hâlâ ve henüz koruduğu görüntüsünü verse de, içeride yayılan ve sari bir illet gibi bünyeye sızan hastalıkların maddî ve manevî cerihalarıyla sancılar içinde kıvranan bir devleti idare etmenin zorluğu ile geçmiş yılları. 7 yaşında padişah olmuş Sultan 4. Mehmed. Devleti idare edecek yaşta olmadığı için önce babaannesi Kösem Sultan, sonra annesi Hatice Tarhan Sultan saltanat naibesi olarak idareyi ele almış. Kösem Sultanın devletin birinci ismi olma hırsının açtığı anarşiden, gelin Hatice Tarhan Sultanın inisiyatifi ele alması ve fitnenin kaynağı her ne ise onun üzerine gidilmesi ile kanlı ve çok sancılı bir süreç yaşanarak çıkılmış. Başıbozukluğun, askerî diktanın, eşkıyalık ve zorbalığın önü kesilmiş. Bu işte Köprülü Mehmet Paşa’yı tam yetkilerle donatan Valide Sultan’ın idareci seçimindeki isabet bu aileden gelenlerin katkılarıyla istikrarın sağlanması ve devletin rahat nefes almasından anlaşılabilir. Tarhan Sultan’ın bir diğer başarısı haremin siyasete bulaşmasını önleyen tedbirleridir ki, 120 yıl kadar süren kadınlar saltanatına son vermiştir. Bu bir bakıma Osmanlı Hanedanının yıkılışa kadar kesintisiz gelmesi ve haremin aslî fonksiyonuna dönmesi yolunda başlıbaşına bir inkılâptır. Öyle bir düzendir ki bu; onca siyasî çalkantıya rağmen, hanedanın yurtdışına gönderilmesine kadar olan sürede gözlerinin önünde gerçekleşen onlarca, yüzlerce hadisede harem hep sessiz, hep vakur, hep asil kalmıştır. Yurt dışına çıkan harem kadınlarından hiçbirinin; “Bize öyle yaptılar, böyle ettiler” gibi ne kendi dönemlerini karalayan ve ne de yeni döneme dil uzatmaya tenezzül etmeyen duruşun ahlâkî kodlarının ta dört asır önceki dirayetli mimarıdır valide sultan. Bütün bu gayretlerin meyvelerinin kısa sürede alınması da gecikmemiş tabiî olarak. Dışta uzun süredir inkıraza uğrayan fetih politikası tekrar canlanırken, içte Osmanlı kültürel dokusunun maddî ve manevî örnekleri taze bir kan almış gibi tekrar neşv ü nema bulmaya başlamış.. Eminönü Yeni Camii, Mısır Çarşısı, Hünkâr Kasrı, Köprülü Külliyesi, Vezirköprü Fazıl Ahmed Paşa Külliyesi, İncesu Merzifonlu Kara Mustafa Paşa Camii ve kervansarayı bunlardan sadece ilk akla gelip sayılanları.
İşte Sultan 4. Mehmed böyle bir dönemin padişahı. Osmanlı saltanat geleneğini şerefle temsil etmeye devam etmekle beraber, padişahların ipleri kendi ellerinde tuttukları dönemlerin ruhu çoktan uçtuğu bir devrenin hükümdarı. Devre hakim değil, devrin şartlarına mahkûm bir sultan o. Nitekim siyasetin çarklarının aleyhine dönmesi gecikmez. Devletin dışarıda aldığı 2. Viyana Kuşatması yenilgisinin, arkadan gelen bozgunlara dönüşmesinin faturası, ordu başında sefere iştirak etmiş bir padişah olduğu halde, gevşek politikasına ve av merakına kesilir ve tahttan indirilir. (1687) Ömrünün sonlarını Edirne Sarayında hapis olarak geçirir.
Siyasî hayatı ikbal-idbar sarkacında geçse de, padişahın hayatının en büyük şansı her halde eşi Rabia Emetullah Gülnuş Sultan’ın varlığıdır ki, anne Tarhan Sultanın harem disiplinindeki inisiyatifi, oğluna eş seçimindeki isabette de kendini belli eder. Eşinin uzun süren iktidarı ve onun tarafından, yanında sefere götürecek, ülkeler bağışlayacak kadar sevilmiş olması, sonrasında ise iki oğlunun ardı ardına padişahlığa gelmesiyle kesintisiz valide sultanlık yapması, onu Osmanlı sarayının en mutlu kadını olarak tarihe geçirecektir. Tabiî ki sergüzeşt-i hayatı devrin siyasî temayüllerinden bağımsız değildir. Eşinin iktidarından sonra sürgün ve hapis hayatını da görmüştür, görmesine ancak; “Gidişim acı oldu, ama dönüşüm muhteşem olacak” dedikleri cinsten, şatafatlı bir alay töreniyle “Valide Sultan” ünvanıyla haremin en itibarlı hanımı olma zevkini oğlu 2. Mustafa ve 3. Ahmet dönemlerinde sırasıyla tadacaktır. Ne hazindir ki Osmanlı’yı sadece siyasî olaylar zinciriyle sınırlandırmaya mahkûm eden hafızamız, ne bunun arkasında kalan saklı tarihin izini sürmeye, ne de meselâ; bu bahtiyar Osmanlı Hanımefendisinin hergün üzerinde adına yakışan şekilde bir gülle süslenen türbesinde yattığı Üsküdar Yeni Valide Camii'ni ziyaret etmeyi hatırına getirir. Hayırları ve iyi kalpliği ile dillere destan oluşu o devrin insanlarının malûmuyken, bizim için neredeyse ismini bile bilmeyecek derecede meçhul kalmasının sebebi söylediğimiz gibi; tarihin siyasî ve bir derece soğuk olan yüzüne takılıp kalmamız, kültürel dokunun tevarüsünü, dünün bugüne taşınmasını kesintiye uğratan amiller ve insanî dokunuşlardan soyutlanmış sancılı bir tarih anlatımının taarruzu altında oluşumuzdandır.
Gülnuş Sultan’la ilgili halk arasında menkıbe halinde söylenegelmiş bir hikâyenin varlığı kastettiğimiz o saklı tarihin güzelliğine ve insaniliğine bir nebze, kapı aralaması açısından çok ibretlidir;
Gülnuş Valide Sultan, Devleti Al-i Osman’ın itibarlı, nüfuzlu ve bir o kadar da zengin hanımı. Fakat ne zenginlik, ne ihtişam ne zirve başını döndürmemiş, ne oldum delisi yapmamış. Tam tersine elinde ne varsa Mekke, Medine, İstanbul ve Sakız Adası gibi yerlerin imarına sarfederken fakir fukaranın gözetilmesini de kendine şiar edinmiş gönlü yüce ve asil bir Osmanlı insanı. Esaretten yükselip geldiği bu makamda arzusu; darda olan, zorda olana eli erip gücü yettiğince ulaşabilmek, yarasına merhem sürmek, düşeni kaldırmak, acıyı dindirmek, ocağı tüttürmek için muhtaca himmet elini uzatmak.
İşte bütün bu maksatlarla saray dışında, gezintiye çıktığı günlerden birinde
Azapkapı’nın sokakları arasında küçük bir meydandaki çeşmenin başında, kırılan testisinden elinde kulpu kalmış ağlayan bir kız çocuğu görür, yüreği sızlar, gözünün yaşını siler. Kırılan testi olsun, senin canın sağolsun gibi sözlerle gönlünü alıp, kırılanın yerine yenisini alması için de bir miktar para uzatır. Ancak çocuk parayı reddeder ve yaşından beklenmeyecek büyük bir olgunlukla şu sözlerle karşılık verir: “Ben testinin kırılmasına değil, sabahtan beri incecik akan suyun başında bekleyip de hizmetçisi olduğum eve su getirmenin üstesinden gelemediğim için, beceriksizliğime ağlıyorum.”
Küçük kızdaki bu vazife duygusu ve onurlu duruştan etkilenen sultan, hemen kızın ailesine haber salar ve gerekli muameleler yapıldıktan sonra kız, valide sultan himayesinde saraya alınır. Aslen Rum kökenli, asıl ismi de Aleksandra olup, bir Türk ailesinin evlâtlığı ve hizmetkârı olan bu küçük kız valide sultan terbiyesinde büyür. Yeni bir kimlik ve vizyon kazanır. Gülnuş Sultan kendi elleriyle yetiştirdiği, anne şefkati gösterdiği bu kızı büyüyünce de oğlu 2. Mustafa ile evlendirir. İşte tarihlerin 2. Mustafa eşi ve Sultan 1. Mahmud’un annesi Saliha Sebkati Valide Sultan (1680- 1739) olarak adından iki satırcık bahsettiği hanım, bir zamanlar çeşme başındaki ağlayan o kızdan başkası değildir. Bundan sonraki hayatını sarayın itibarlı hanımefendisi olarak geçirecek, oğlunun tahta çıkışı ile de 9 yıl valide sultanlık makamında kalacaktır. Harem kadınlarının yükselebileceği en üst mevki kendisine nasip olan Saliha Sultan, bu çeşmebaşı hikâyesini ömrü boyunca unutmayacaktır. Önce oğluna hamile kalınca eşinden, olmayınca da oğlundan, testiyi kırdığı o çeşmenin yerine bir yenisinin yapılmasını istemiştir. Çeşmenin mimarisinin nasıl olacağı hakkında rey’i sorulduğunda bu işten ancak erbabının anlayacağını söyleyen valide sultan tek arzusunu şu sözlerle dile getirir: “Testimin kırıldığı bu yere öyle bir çeşme yapılsın ki, asırlar geçsin; ama çeşmenin suyu bitmesin, suyu bol aksın testisini kıran küçük kızlar, bir daha dolduramam korkusuyla ağlamasın”
Yabancıların Galata Çeşmesi adını verdiği, Unkapanı Köprüsünün bitiminde, Perşembe Pazarı girişinde, Sokullu Mehmet Paşa Camii’nin önünde yer alan Saliha Sultan Çeşmesi her ne kadar valide sultan üslûbuna karışmasa da onun şanına uygun olacak şekilde, 1732- 33 yıllarında Hassa Mimarbaşı Kayserili Mustafa Ağanın marifetiyle Lâle Devri üslûbuyla inşa edilmiş ve çeşme–sebil bileşiminin güzel bir örneği ve 18. yüzyılın zarif bir temsilcisi olarak günümüze kadar gelmiştir. Musluklarından akan su da, valide sultanın hayratı olan Topuzlu Bendinden taksim edilmesiyle sağlanmıştır. Bugünün meşhur Taksiminin de böylelikle isim annesidir valide sultan….
İşte böyle; bazen tarihin böylesine küçük bir kesiti, ciltler dolusu okumalarda bile elde edilemeyenin, gözden ırak tutulanın tamamlayıcısı, şerh edicisi olup, bütün önyargıları hak ile yeksan etmeye yeter de artar.