Yine bir bahara daha eriştirdi Rabbim. Ömrün sonbaharı olsa da bahar ruha bir gençlik iksiri, yaşama sevinci vermiyor değil. Deprem ile sarsıldık, korktuk dünyadan bir anlığına koptuk.
Fakat hayat devam ettikçe ona dair her şeye tekrar bağlanıyor, seviyor, müştak oluyoruz. Tabiî neyi neden sevdiğimiz önemli burada. Mana-i harfî ile sevip Sâni’in nakışlarını bilip okumak kulluk bilincinin gereği. Korkularımız ise aciz bir çocuğun annesinin kucağına koşması misali Allahü ekber zikriyle O’nun rahmetine iltica etme vesilesi. Rabbim korusun muhafaza etsin duaları ile sığındık Rabbimize, tekrarını yaşatmasın diye niyaz ettik. Baharın hayattar cazibesine kapıldığımız bir esnada gafletten ikaz mahiyetinde geldi deprem. Cemil isminin tecellileri ile mest iken, Celalî isimlerinin azametinde boyunlar bükük bir halde derk ettik aslında hiç ender hiç olduğumuzu.
Bize düşen sadece kulluk. Bahar sevincini yüreğe düşüren de O. Deprem ile yüreklere korku salan da O. Muhyî de O. Mumît de O...
Kün fe yekün emriyle oluyor her şey. Korkmak lâzım tabiî ki: O’nu unutturacak şekilde sevmeklerden. Sevmek lâzım elbette, ne kadar korkutucu olsa da O’na sığınma vesilesi olan zelzele ve sair afetleri. Tevbelerle pişmanlıkla günahlardan el çektirdiğinden. Zira “Her şeyde, hatta en çirkin görünen şeylerde, hakikî bir hüsün ciheti vardır. Evet, kâinattaki her şey, her hadise, ya bizzat güzeldir, ona hüsn-ü bizzat denilir veya neticeleri cihetiyle güzeldir ki, ona hüsn-ü bilgayr denilir. Bir kısım hadiseler var ki, zahirî çirkin, müşevveştir. Fakat o zahirî perde altında gayet parlak güzellikler ve intizamlar var.” (Sözler, On Sekizinci Söz.)