Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 02 Şubat 2008

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Mustafa ÖZCAN

Arap Celâl’den, Amerikalı Celâl’e



Eskiden Yeşilçam’ın bir Arap Celâl’i vardı. Seyrettikçe doyum olmazdı, neşemizi bulurduk. Sevimli bir göbeği vardı ve daima önden giderdi. Bazen kalleş rollerinde oynar ve hakkını da verirdi. Sanki kişiliğinin bir parçası sanırdınız. Bazen de tersi rollerde oynardı. Beyaz perdenin sopa yiyen paryalarından birisiydi. Galiba 1993 yılında Hakkın rahmetine kavuşmuş. Asıl ismi Celâl Donat olan Yeşilçam’ın bu sevimli figüranı Arap Celâl, Araplara benzediğinden dolayı bu isme lâyık görülmüş ve Arap Celâl olarak ünlenmişti. Herhalde ismi de Arap Celâl’e çıkınca münasip düştüğünden olacak, bazı kahramanlık filmlerinde kendisine imamlık payesi ve görevi de tevdî edilmişti. Adile Naşit gibi tombulca ve yüzü dolgun ve biraz da ovâldi. Hani desem biraz zihinde canlandırabilmek için; adaşı Celal Şengör’ü andırıyordu.

Celâl Şengör... Nam-ı diğer depremci profesör. Ama aralarında farklar da var. Birisi esmer, diğeri beyaz. Birisi Araplara benzerken, diğeri de Amerikalılara benziyor. Aralarında benzeşen ve benzeşmeyen noktalar da dikkate alınarak bir mukayese babından Celâl Şengör’e de icabında ‘Amerikalı Celâl’ denebilir. İsim müsemmaya veya müsemma isme tabi olduğundan dolayı, Celâl ismi de yerinde. İsmi sıfatına pek uygun düşmüş. Zira Ali Kırca’nın programında veya benzeri programlarda seyrettiğimize göre bayağı da celâlli bir kişilik. Özellikle de deprem tartışmalarında Üşümezsoy’la girdiği polemiklerinden hatırlayanlar, gerçekten de celâl sıfatını hakkıyla taşıdığına şahittirler... Burhan Kuzu, kuzu gibi dinlerken o adeta kükrüyordu. Neredeyse muhatabını dövecekmiş gibi bir pozisyondaydı. Depremle ilgilendiğinden midir nedir, daima yüksek gerilim içinde bulunuyor.

Kestirmeden ve sözü eveleyip gevelemeden söyleyecek olursak; Romalı Perihan ve Arap Celâl oluyor da ‘Amerikalı Celâl’ niye olmasın? Bir mahzuru mu var? Zaten Celâl Şengör de eğitimi için muayyen dönemlerde Amerika’da kalmış. Bazı yerler insanda tiryakilik yapar. Kahire için öyle söylerler: Nil’den su içen bir daha içer. Dolayısıyla o sıfatı çoktan iktisap etmiş. Oralarda okullarda dirsek çürütmüş ve kafa patlatmış. Dahası ilmî disiplinini almış, edinmiş. Kolay mı? Bununla birlikte, Celâl Şengör galiba oralarda fazla kalmasının etkisiyle olacak, kendisini pek fazla yerli hissetmiyor. Hatta yabancı hissediyor. Zaten Amerika’da da yerli (native) olmayı yeğleyeceğini sanmam... Kimi teorilere göre yerlilerle, yani Kızılderililerle kardeş veya akraba olsak da... Zira, ona göre yerliler medenî değil. Burada, yani İstanbul’da veya Anadolu’da zoraki olarak yaşadığını yazıyor, ama tuhaf bir şekilde buranın kaderiyle de alâkalı... Bu onun yüksek himmetinden kaynaklanmalı. Bura ile alâkalı ahkâm kesiyor. Doğrusu kestiği ahkâm da biraz alışılmadık türden. Hani derler ya, adetâ Türk milletini istiskal ediyor. Hem de uygarlık nokta-i nazarından. Doğrusu bu ya, Amerikan halkı ile Türk halkının aynı kasttan veya tabakadan gelmediği müsellem gibi. Gömlek farkı var. Buradan ziyade yüksek uygarlık seviyesinin yakalandığı Amerika’ya daha yakın duruyor. Hakikaten Amerika’dan gelen profesörleri anlayamıyorum. Oktay Sinanoğlu gibiler branşlarına katkıda bulunmak yerine ideoloji ile daha fazla zaman öldürüyorlar. Özellikle de Şengör için söylemek gerekirse; Türkler lâyık olmadıkları hâlde Türkiye’yi kurtarmaya yelteniyor. Hem de canla başla.

Bu topraklarda zoraki olarak durduğuna ve büyük bedel ödediğine şüphe yok. İstanbul’un trafiğini ve kahrını neden çeksin? Bununla birlikte, Allah’ı var; Fazıl Say gibi ‘çeker, giderim ha!’ da demiyor. Ülkesine hizmet aşkıyla yanıp tutuşuyor. Galiba Türk milletini uygarlık açısından adam etmeye kesin niyetli. Bu misyonla yüklü olarak ülkemizde misafireten duruyor. Yoksa seviye farkını tolere etmesi mümkün değil. İdeolojik misyonu ağır basıyor. Batılılar nasıl İslâm ülkelerini terbiye ediyorlarsa ve onları adam etmeye çalışıyorlarsa, Şengör de Amerikalarda kazandığı ilim û irfanla aynı misyonu ifa ve deruhte etmeye çalışıyor. Deprem tartışmalarından sonra Celâl Bey’in celâli biraz yatışmıştı, ama yine can sıkıcı irtica, türban üzerinden depreşti, ayaklandı. Haddinin bildirilmesi gerek.

***

Celâl Şengör de başörtüsü hamlesini henüz medeniyet ve uygarlık yürüyüşündeki tarihî seyrüseferini veya çığırını tamamlamamış olan ülkemize ve istikbaline bir saldırı olarak görüyor. Ve uygarlığın bilimi, bilimin de pozitivizmi ve dinsizliği getirdiğini ve zinhar dinsel bir simge ile üniversitelere girilemeyeceğini söylüyor. Bilginin kaynağı bilimmiş. Galiba bunu diyerek vahiy gibi alternatif bilgi kaynaklarını reddediyor.

Papa 16’ıncı Benediktus, Regensburg’daki konuşmasında Bizans İmparatoru Manuel 2. Paleogolos’un üzerinden İslâm’a sataşması gibi, Celâl Şengör de, Bertnard Russell üzerinden güya dogmatizmle hesaplaşıyor ve-ne demekse-bilimden başka bilgi kaynağının olmadığını söylüyor. Kelaynaktan başka kuş tanımam dercesine... Bu durumda vahiy bilgi kaynağı olmaktan çıkıyor. Yalnız lisan-ı hâl ve kâl ile buna inananların, yani ilimden (pozitivizm demek istiyor) başka rehber arayanlara üniversitelerin kapalı olduğunu duyuruyor. Aksi takdirde, kendilerinin üniversiteyi terk edeceklerini ilân ediyor. İmanın bilimle çeliştiğini ve üniversiteye giremeyeceğini söylüyor. İki zıt birarada olur mu? Bunun aşılması için, imanın, üniversite veya bilim veya dinsizlik vaftizinden geçmesi gerektiğini söylüyor. Başkalarını faşizme nisbet eden bu zihniyete ne demek gerekir, ne sıfat yakıştırmalı, bilemiyorum.

***

Nedense başörtüsüyle takıntılı olanların hafiften Amerika ile bir bağlantıları var. Merak konusu... Veli Küçük de Türk günü veya benzeri münasebetler babından hafiften Amerika’nın yolunu tutarmış. Bazı münasebetler ve etkinlikler sebebiyle bu ülkeyi ziyaret ettiği vakî oluyormuş. Elbette bu ülkede ahbabları ve yarenleri olması normaldir.

Bütün darbelerin uzaktan kumandası ABD'dedir. Hatta Zeyno Baran bazı generallere atfen 2007 yılında Türkiye’de bir darbe ihtimalinin yüzde 50 olduğunu söylemişti. Operasyonlar üzerine ‘iyi saatte olsunlar’ bu darbe tarihini 2009’a ertelemiş. Bu son Ergenekon operasyonlarından sonra ‘artık 2010’a kalmıştır’ deniliyor. Artık ne diyelim, ‘iyi saatte ol-sunlar’ yerine ‘geç saatte olsunlar’ demekten başka çaremiz yok. Bizim ulusalcılarımızla Amerika neoconları birbirlerini çok severler. Can ciğer kuzu sarmasıdırlar zaten...

02.02.2008

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (01.02.2008) - Ergenekon’un siyasî dili

  (31.01.2008) - Ergenekon’un manevî zemini

  (30.01.2008) - Kemalizm ve Baascılık

  (29.01.2008) - Yolsuzluk lobisi

  (28.01.2008) - Vatansız, mekânsız ve devletsiz... (2)

  (27.01.2008) - Vatansız, mekânsız ve devletsiz... (1)

  (25.01.2008) - Müşerref sonrası

  (24.01.2008) - Kitabı çalınanlar ve yakılanlar

  (23.01.2008) - Geleceği keşfedenler

  (22.01.2008) - Drakuletta

 

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdurrahman ŞEN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Fahri UTKAN

  Faruk ÇAKIR

  Gökçe OK

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hülya KARTAL

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Hüseyin YILMAZ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  Kemal BENEK

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Mehmet C. GÖKÇE

  Mehmet KAPLAN

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Murat ÇİFTKAYA

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Nurettin HUYUT

  Raşit YÜCEL

  Rifat OKYAY

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet Bayri FİDAN

  Sami CEBECİ

  Sena DEMİR

  Serdar MURAT

  Suna DURMAZ

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin Uçal ABDULLAH

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Zeynep GÜVENÇ

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  İsmail TEZER

  Şaban DÖĞEN

  Şükrü BULUT


 Son Dakika Haberleri