Selâmet, emniyet, rahmettir iman,
Elemsiz kedersiz, lezzettir iman,
Hem sürur, hem nur, hem kuvvettir iman,
Nuruna güneşler pervane olur.
A. Y.
Korona salgını başladıktan sonra tıp dünyasında hemen aşı arayışlarına girişildi. Bunun için büyük bütçeler ayrıldı, ilim adamları harıl harıl aşı çalışmalarına başladılar. Herkesin gözü, bir an önce aşının bulunmasına ve kullanılmasına çevrildi. Neticede çeşitli aşılar üretildi ve “âcil kullanım” onayı ile insanlara zerk edilmeye başladı. Buna rağmen, koronaya karşı kesin bir zafer kazanmak mümkün olmadı. Kapanmalara, maskelere, mesafelere ve aşılanmalara rağmen, yine insanlar hastalanıyor, yine vefatlar meydana geliyor. Biz de üç doz aşımızı olduk, ama yine de kendimizi tamamen güvende hissedemiyoruz. En büyük tedbirimiz, Cenab-ı Hakk’a olan tevekkülümüz ve teslimiyetimizdir.
Salgın başladığında, herkes heyecanla bir an önce bir aşı bulunup aşılanmak için can atıyordu. Şimdi de aynı ümit ve beklentilerle aşılarını oluyorlar. İnsanları böyle bir beklentiye sokan, hastalanmak ve ölüm korkusuydu. Her türlü tedbire rağmen, ne hastalıkların önü alınabiliyor, ne de ölüme çare bulunabiliyor. Kıyamet yaklaştıkça insanlığın başına yeni felâketler ve musîbetler gelmeye devam ediyor. İlim ve tekniğin, tıp ve tebabetin bu kadar ileri gitmesine rağmen, yeni kitlesel salgınların ve tabiî felâketlerin önüne geçmek mümkün olmuyor. Bu durum da, insanların huzurunu kaçırıyor, hayatın lezzetine zehir katıyor.
İşte bunun için, insanlığın bir başka aşıya daha ihtiyacı vardır. Bunun adı, “İman aşısı”dır. Çağımızın hastalıklarını tesbit ve teşhis eden Bediüzzaman Hazretleri, hayatını ortaya koyarak böyle bir aşı geliştirmiş ve insanlığın hizmetine sunmuştur. Bu aşının etki oranı yüzde yüzdür. Hiçbir yan etkisi yoktur. İstenildiği kadar, istenildiği dozda kullanılabilir.
İşte iman aşısının bir dozundan bir cümle:
“Hayatın lezzetini ve zevkini isterseniz, hayatınızı imân ile hayatlandırınız ve ferâizle zînetlendiriniz ve günahlardan çekinmekle muhâfaza ediniz.”
Üç günlük dünya hayatı için bu kadar endişe eden, hastalıklarına çare arayan ve bu çareye ulaşmak için hiçbir zahmet ve masraftan kaçınmayan insan, ebedî hayatının rahatı ve selâmeti için bu kadar endişe etmiyor, manevî hastalıkları için çare aramıyor. Hiçbir ilâç, aşı ve tedavi ile, ölümü öldüremeyeceğini, er ya da geç, mutlaka bir gün öleceğini bildiği halde, acaba neden buna bir çare aramaz?
Peki ölüme çare var mı? diye sorulursa, evet var, ölüm çaresi, imanla kabre girmektir. Ondan sonra, ebedî bir kurtuluş ve ebedî bir saadet vardır.
İman aşısı ile aşılanan bir insan, hem dünyevî dertlerden, kurtulur, hem de ahiret hayatında ebedî saadete kavuşur. Dünya dertlerinden kurtulur, çünkü bir musîbete maruz kalsa, bunun bir imtihan olduğunu, sabır içinde şükrederse, sonuna büyük bir mükâfat kazanacağını düşünür, çektiği acılar binden bire iner. Kazanacağı ebedî saadet yanında, dünyada çektikleri çok ucuz düşer.