Harb-i Umûmî, aynı zamanda harb-i ahirzamandır. Bu ahirzaman mukaddemesi olan Harb-i Umûmî öncesi Bediüzzaman İşârâtü’l-İ’câz tefsirine başlar. “Ben de o noksan fehmimle eski Harb-i Umûmî’de fariza-i cihadda avcı hattında ne kadar fırsat buldumsa kalbime tulû eden nükteleri yazıyordum. Derelerde, dağlarda hücum ederken kaydederdim.”1 Der. Böylece harb meydanlarında da İşârâtü’l-İ’câz’ın telifi devam eder.
“İ’câz-ı Kur’ân’ı beyan et”
Bediüzzman’ın vazife-i nuraniyesinin mühim bir noktasına işaret eden bir rüya-i sadıka da, birinci Harb-i Umûmî’nin evailinde görülmüştür. Bediüzzaman Hazretleri o günlerde müthiş hâdiselerin yaklaşmakta olduğunu çok defa söylemiş ve kendisinin Kur’ân’ın i’câzını beyân etmesine dair mânevî bir emri içine alan ruhâni bir de rüya görmüştür. Belki de gördüğü bu vâkı’a-i ruhâniye üzerine Kur’ân’ın İ’câzını kaydetmekte acele etmesine âmil olmuştu. Talebeleri Hamza, Mehmed Şefik, Mehmed Mihri’nin ifadeleri “Evet, Van’da Horhor medresemizin damında esna-i derste büyük bir zelzelenin gelmekte olduğunu söyledi. Hakikaten söylediği gibi, az bir zaman sonra Harb-i Umûmî başladı.”2 şeklindedir.
İşte, o rü’ya-i sâdıkayı Bediüzaman’dan dinliyoruz (Tarih 1914 Kasım’ı gibi): “Bir zaman rü’yada gördüm ki: Ağrı Dağı altındayım. Birden o dağ patladı, dağ gibi taşları âleme dağıttı, sarstı cihanı. Füc’eten(aniden) bir adam yanımda peyda oldu. Dedi ki: Îcaz ile beyan et, icmâl ile îcaz et, bildiğin envâ’-ı i’câz-ı Kur’ân’ı.”3 Birden, o hâlette iken, baktım ki, mühim bir zat bana amirâne diyor ki: “İ’câz-ı Kur’ân’ı beyan et.”4 Ve şu i’câzın bir nev’ini şu zamanda izhârına, haddimin fevkinde olarak, benim gibi bir adam namzet olacak. Ve namzet olduğumu anladım.5
İşte bu rü’yay-ı sâdıka veya hâdise-i ruhâniye üzerine kendisine verilen emri ve tevdi’ edilen azim hizmeti yerine getirmek üzere, 1914 yılı içinde Kur’ân’ın i’câzını kaydetmeye başlamıştır. Artık zaman birçok işaret, beşaret ve vukuat ile fitne-i ahirzamandır. Kur’ân, kıyamete kadar hükmünü devam ettireceği için, elbette bu fitne-i ahirzaman asrına daha şümullü olarak dersini verecek ve mucîzeliğini gösterecektir. Bu Rabbimizin Hakîm ve Rahîm isimlerinin bir hikmeti ve tecellisidir. Ve zaman hükmünü icra ederek Kur’ân’ın i’câz-ı mânevîsinin tahakkuk dönemi başlamış olur. Böylece “i’câz-ı Kur’ân’ın beyanı” bir rüya-i sâdıka ile başlar. Evet, bir “vakıa-i sâdıkada”6 görülen bu rüya ile “i’câz-ı Kur’ân’ın” beyanının izhâr vaktinin geldiği ve bu vazîfe ile muvazzaf olan şahsın da Bediüzzaman Hazretleri olduğu anlaşılmaktadır.
Bediüzzaman Hazretleri de “Çok emârelerle anlamışız ki, bu ulûm-i îmâniyedeki fetva vazîfesiyle tavzif edilmişiz.”7 diyerek vazîfesini açıkça izhâr etmiştir. Böylece i’câz-ı Kur’ân’ın beyanı ve izhârıyla Risâle-i Nur ehl-i îmânın mânevî imdadına gönderilmiştir. Bediüzzaman Hazretleri de bu son ahirzaman asrında i’câz-ı Kur’ân’ın nurları olan ve mânevî bir cihad-ı dinînin, îmân-ı tahkikî kılıcıyla olacağını Kur’ânî ve hadisî işaretlerden çıkararak Risâle-i Nur ile vazîfeye namzet olduğunu anlamıştır.
Dipnotlar:
1-Emirdağ Lahikası, 2013, s.632
2-İşârâtü’l-İ’câz, 2013, s.22
3-Sözler(Lemeat),2013,s.1193
4-Mektubat, 2013, s.624
5-Mektubat, 2013, s.625
6-Mektubat, 2013, s.624
7-Mektubat, 2013, s.725