Demokrasisi gelişmekte olan ülkeler açısından basın hürriyetinin en tartışmalı alanlarından biri basın mensubu olmanın ön şarta bağlanabilip bağlanamayacağı konusu.
Cevabı -hem de anayasal statüde- net:
“Basın mensubu” olmak izne bağlanamaz.
“Yani her önüne gelen gazetecilik ya da yayıncılık yapabilir” mi diyorsunuz?
Evet. “Her önüne gelen” yani her eline fırsat geçen ve her imkân bulan yapabilir ve yapmalı.
Sosyal medyada hesap açıp gazetecilik yapılır mı?
Evet, bu da iki - üç yüz sene önceki matbaa gazeteciliği gibi bir teknolojik nimettir. O izne bağlı olmadığı gibi bu da izne bağlanamaz.
Haber vermek ve haber yaymak bir haktır. Yeter ki “haber topluyorum” ya da “haber veriyorum” derken kişilerin özel hayatının gizliliği ve ticari sırları ihlal edilmesin. Bir de hakaret ya da suç işlemeye tahrik/kışkırtma suçu gibi suçlar işlenmesin.
“Ama bunlar mümkün” denerek basın hürriyeti engellenemez. İmkanât başka vukuat başkadır.
Bunları neden yazdık?
Zaman zaman sosyal medyada da görüyoruz.
Bir mekânda polis ya da jandarma bir operasyon yapıyor.
O mekânda bulunan birileri kamera kaydı alıyor. Bunlar bazen doğrudan operasyonun muhatabı durumundaki kişiler oluyor bazen de orada tesadüfen bulunmakta olan üçüncü kişiler.
Polis ya da jandarma “basına yasak kardeşim” demeye kalkıyor.
Ne hakla? Kesinlikle haksız ve hukuksuz biçimde.
Kolluk kuvvetlerinin basının desteğini alması aslında kıymetlidir. Aksi de geçerlidir. Basının da kolluk kuvvetlerinin desteğini alması gerekir ve kıymetlidir. Sadece bu ilkeler bile “yassah hemşerim”i çürütüyor.
Bazen de polis ya da jandarma “basın mensubu değilsen çekmeye hakkın yok” demeye kalkıyor.
Ne hakla? Böyle bir sınırlandırma ya da sınıflandırma kanunlarımızda yok. Ve Anayasa açık: Basın hürdür. İzne bağlanamaz. Sansür edilemez.
Kamuya açık alanda video çekmek ve ses kaydı almak yasaklanamaz ve sınırlandırılamaz.
Bu konunun sürekli ses ve/veya görüntü kaydı almak amacıyla ortak kamusal alanları görecek şekilde gizli ya da açık kamera yerleştirilmesi ile alakası yok. Zira süreklilik içerecek şekilde kayıt yapmak ile belli bir zamandaki belli bir olay için “haber hakkını” kullanmak üzere çekim yapmak başka şeyler.
Kamuya kapalı alanda mesela bir evde yapılan bir operasyonun delillendirilmesi amacıyla video çekmek ve ses kaydı almak da aynı şekilde, asla yasaklanamaz.
Rastgele üçüncü kişilerin “biz de haber alma ve verme hakkını kullanıyoruz” diyerek polisle birlikte bir eve dalması elbette kabul edilemez. Çünkü mahrem alana girilmektedir. Sadece burada ve bu halde, polisin, kendisiyle birlikte eve girenin basın mensubu olduğunu bilmesi ve bu amaçla kimlik teyidi yapması gereklidir.
Bu istisnai hal dışında herkesin her yerden haber vermesi ve alması serbesttir.
Yukarıdaki kural operasyona muhatap olanların yapılanları delillendirebilmek amacıyla çekim yapmaları hali için evleviyetle geçerli.
Yani kolluk tarafından kendisine yapılanın açıkça hukuka aykırı ya da suç olduğuna inanan herkesin, “olaya dair” ses ve görüntü kaydı alması da aynı şekilde serbesttir.
Zira kişinin kendisinin lehine olan delilleri toplaması savunma hakkının en basit gereğidir. Devlete yani savcıya ve onun eli-kolu durumunda olan polis ve jandarmaya verilen bu hakkı vatandaştan esirgemek vatandaşı vatandaş olmaktan çıkarır ve kamunun kölesi yapar. Oysa demokraside devletin sahibi olan vatandaş köle değildir. Sadece memurlar “public servant”tır.
Dünyanın geldiği noktada aslında Türkiye’de bunları düşünüyor ya da yazıyor olmamız utanç verici. Asıl bunu düşünmek lazım.