AK P kurucularından partide kalmış az sayıda kişi bilhassa yargıdaki adaletsizlikler üzerinden eleştirilerini sürdürüyor.
Sıradan vatandaş ise “adalete güvenmek lâzım” sözünü artık daha az söylüyor.
Demek basının “her şey adalet çerçevesinde yürüyor” efsunu her gün biraz daha tesirini kaybediyor. Bizim gibilere kızanlar azalıyor.
Aslında yargıya güvenmenin şartları ve sınırları hususundaki basit bir tasnif bu meseleyi de kolay halletmemize yardımcı olur:
1. Yargının bir dosyada verdiği kararın âdil olduğuna inandığımız hallerde yargıya güveniriz.
Meselâ suçlu olduğunu iyi bildiğimiz biri ceza aldığında ya da haklı olduğunu bildiğimiz biri hakkını elde ettiğinde güven problemimiz olmaz. Ama başka ve isabetsiz kararların ortaya çıkmasından da endişe ederiz.
2. Somut olayda ve olaylarda yargının verdiği kararın “yanlış” olduğunu bildiğimizde yargıya güvenmeyiz.
Meselâ yargılandığı suç açısından masum olduğunu bildiğimiz birini mahkûm ederse yargıya güvenmeyiz. Eleştirme ve itiraz etme hakkımızı sonuna kadar kullanırız.
Hele bu bizzat biz isek kimse bizi yargıya güvenmeye ikna edemez. Ama aynı yargının başka olaylarda isabetli karar vermiş olabileceğini de göz ardı etmeyiz.
Aksi halde fıkraya konu oluruz: Morg görevlisi içerden gelen gürültüyle irkilmiş. Kulak kabartmış, bakmış ki tabutlarda yatanlardan biri kapağı tekmeleyip bağırıyor: “Ben ölmediiiiiim, çıkarın beni buradaaaaan, kimse yok muuuuu?”. Görevli kısa bir şaşkınlıktan sonra kendisini toparlamış, içeriden bağırana cevabı yapıştırmış: “Yat kardeşim, doktordan iyi mi bileceksin, ölmüşsün işte!”
Cemaat mensubiyetini gösteren delillerle örgüt üyeliğinden yargılananların bu suç açısından suçlu olduğuna inanmak böyle fıkralık bir şeydir.
3. Dâvânın ve dosyanın mahiyetini bilmiyorsak yargıya güvenir miyiz?
Güvenmek isteriz. Sıradan insanların siyasî yönü olmayan dâvâlarında adalete güvenmememiz için fazlaca bir sebep yok. Adlî hata her zaman olur, ama süreç içinde düzeltilir diyebiliriz. Ama hele son beş altı senede olduğu gibi basın yargıç haline gelmiş ve yargının tarafsızlığı ve cesareti azalmışsa, bilhassa siyasî nitelikli dâvâlarda, kuru kuruya yargıya güvenmemiz için sebep yok.
“Aklansın gelsin” demek mantıklı değil.
Zaten iç yargı yollarında basamaklar ve bilhassa AİHM bu sebeple gerekli.
AYM’ye bireysel başvuru 2010 Anayasa değişikliğiyle bu sebeple bu ikisinin arasına bir ara basamak olarak konuldu.
“Ben Devletin adaletine her şartta illa güveneceğim, Devlet yanlış yapmaz” diyene lâfımız olmaz. Ama bize lâf edene söyleyeceklerimiz bunlar.