Son yazımızda demokraside devletle vatandaş arasındaki ilişkinin yöneten-yönetilen ilişkisi olmadığını açıkladık. Özetle:
Vatandaş, “adına yönetilen”dir. Siyasetçi vatandaş adına yönetendir. Bürokrat yönetilendir.
Devlet öncelikle “yürütme”dir. Yürütme bürokratlardan ve kurumlardan oluşur. Yasama ise yürütmeyi yöneten ve yönlendiren siyasetçilerden oluşur.
Mühim bir soru geldi: Azınlık durumundaki vatandaşlar da mı yönetendir? Bu sağlanabilir mi, nasıl?
Azınlık iki türlü olur: Birincisi daimî azınlık, ikincisi demokratik oylama azınlığı. İkisi için ayrı ayrı cevap bulmaya çalışalım.
Daimî azınlık, yaradılıştan veya sosyal genetikten gelen ve kolaylıkla değiştiremediği özellikleri sebebiyle azınlık olanlardır.
Meselâ siyahların çoğunlukta olduğu bir ülkede beyazlar fıtraten azınlıktır.
Meselâ resmî dili ve eğitim dili filanca olan bir ülkede ana dili falanca olanlar daimî azınlıktır.
Meselâ her ülkede engelliler bir tür azınlıktır.
Misaller, din, cinsiyet vb. yönlerden çoğaltılabilir.
Bu türden azınlıklar yönetimin demokratik biçimde yönlendirilmesi işinde çoğunluğa nazaran daha dezavantajlı durumdadırlar. Reyleri ve dolayısıyla etkileri azdır. Çoğunluğun iradesine boyun eğmek zorunda kalırlar.
Bu tür azınlığı da yönetime katmanın yolu bellidir: Ekstra haklarla desteklemek.
Gerçekten, modern katılımcı demokrasinin azınlık tarifine göre azınlık “az hakka sahip olan” değildir. Aksine, azınlık, “dezavantajlı konumdan çıkarılabilmesi için ekstra haklarla desteklenmesi gerekenler” demektir.
İnsanî olan budur, İslâmî olan budur, adil olan budur, demokratik olan da elbette budur.
Ama bunun için öncelikle çoğunluğun buna ikna edilmesi gerekir. Bunun için de çoğunluğun çoğunun faziletli ve diğergâm kişilerden oluşması gerekir. Bunun için ise karakter eğitimi ve değerler eğitimi şart.
Demokratik azınlık dediğimiz ikinci grup azınlığa gelince… Herhangi bir dönemde yeterli oy gücüne sahip olamadığı için siyaseten azınlıkta kalan gruptur. Bu azınlık statüsü fıtrî değil sun’îdir ve çoğu zaman konjonktüreldir.
Basit örnekle, bir beldede seçilen belediye başkanına veya ülkenin iktidar partisine rakip olanlar ve seçilen adaya ve partiye oy ve destek vermiş olmayan ve bunu açıkça ifade eden kişiler bu mânâda azınlıktır.
Birinci azınlık türü olan fıtrî azınlık demok-ratik çoğulculuk açısından da kamplara ayırılıyor ve böylece sürekli azınlık halinde tutuluyorsa “siyasette haksız rekabet var ve çoğunluk azınlığı siyaseten de yemeye çalışıyor” demektir. Meselâ ekstra haklarla desteklenmesi gereken engelliler parti kurar ve birleşirlerse hep yenilirler.
Bu azınlıkların haklarının korunması öncelikle varlıklarının korunması demek. Bunun için de muhalefetin meşrûiyetinin hukuk eliyle güvence altına alınmış olması lâzım.
Bu azınlığın diğer bütün haklarının korunması için ise, yine iş çoğunluğun insafına ve sağduyusuna kalıyor.
İşte bu yüzden çoğunluğun azınlığa “fikir verme, vereceksen oy ver” demesi gayr-ı insanî ve gayr-ı medenîdir. “Ya bana tabi ol ya da def ol” ile “ya bana tabi ol ya da öl” arasında fazlaca bir fark yoktur.
Gönülsüz birliktelikler uzun süre yürümez.
Apartman hayatı da, şehir hayatı da “biz çoğunluğuz, biz ne dersek o olur” demek değildir.
Anlayan’a…