Onu, 2021 yılı İzmir depremi öncesinde uzaktan, yolda yürürken görmüştüm ki seslenip de ayaküstü sohbete fırsat olmamıştı.
2016 öncesi Çiğli’deki evimizde yaptığımız mütalâalı dersimize bir dönem iştirak etti, izahlarıyla gönlümüzü kazanmıştı. Zaten o, takdir edilen, sevilen, sayılan hatırşinas bir ağabeyimizdi.
Müsaadenizle ismini veremeyeceğim, ama bu defaki görüşmemizden aldığım hayatî dersi sizinle paylaşmak isterim.
Dün aramış, uzun uzun görüşmüştük, bugün de aradı, yakınımızdaki sohbet ehli kardeşlerden ikisinin telefonunu verdi, irtibat kuralım diye. Dün de kendisini bahçeye davet ettim, bugün de davet edince beni şok eden o cümlesini duydum ve bir hayli düşündüm ki o cümlesi şu: “Mehmet kardeş, anahtarı bana vermiyorlar!”
1935 doğumlu olan bu mübarek zat, nerede hizmet, nerede sohbet var, o, orada ya da yoldadır. Hanımı vefat edeli yıllar olmuş, kızıyla beraber kalıyor. Depremde onların dairesinin bulunduğu bina yıkılır, kiraya çıkarlar. O gün, bugün, dairesinin anahtarını bekler.
“Depremde yıkılan evimin anahtarı bende de vardı, ama artık yaş 88 olunca, evden dışarıya çıkmayayım diye tedbiren anahtarı bana vermiyorlar. O sebeple, davetine icabet edemiyorum, kardeş”, dedi.
Karşı komşum Mehmet Ağabey, rahmetli olmadan evvelki ayların birinde İzmir’den çıktı geldi. Hemen gittim, beni kenara çekti, “Mehmet Bey, çocukların haberi yok, evden kaçtım, geldim, yazlığa”, deyince acı bir gülümseme ile mukabele etmiştim.
Rahmetlinin hanımı vefatı sonrası iyice sarsılmış, evdekiler de yalnız başına dışarıya çıkmasına izin vermiyorlar.
Bahsettiğim bu iki zatın hatıralarını nakletmek değil, muradım. Ben de onların yaşına vardığımda, hâlim ne olacak? Bana da anahtar vermeme kararı uygulanırsa, ne yapmam lazım? Hayatın bütün cefalarının ardından, evinin anahtarını, ahir ömründe ele alamamak, nasıl bir duygu? Bu ağır vaziyete tahammül etmek, kimseyi kırmadan, üzmeden ayakta durabilmek, nasıl olacak?
Yaşananlar, genel hatlarıyla aynı, sadece ayrıntılar farklı, o da kişiye özel. Genel mukadderatı insan bir derece anlıyor, karşılıyor, tahammül ediyor da hususî olanı insana dokunuyor be dostum!
Başımı, iki elimin arasına alarak, “Bu hâlime fetva veren hangi hatalarım oldu?” diye geriye dönük muhasebe yapsam da netice ağır. Kabulü pek zor!
Bu müşkül vaziyet, bir çözüm aramaya sevk etti. Evet, sabır, çok önemli idi, yaşanan hâdisenin içerisinde sabredildiğinde anlamını buluyor, maksad hâsıl oluyordu.
İşte, iki ağabeyin hâllerini dinlerken, izlerken sabretmeyi hakkıyla anlayamıyordum, yapabilirim gibi geliyordu ama ya iş başa düştüğünde sabredebilecek miyim?
Derman aramamı temellendirmem lazım. Mukadder gibi görünenler, hakikaten şer midir, benim için kötü müdür? Bunları düşünürken şu ayet kalbime ferahlık verdi, şükürler olsun, şöyle ki: “Sizin hayır bildiklerinizde şer; şer bildiklerinizde hayır vardır. Allah bilir, siz bilemezsiniz.”1 ayeti bu konuda teselli kaynağım olmalı.
Netice itibarıyla hayırlı olacak bu acıtıcı vaziyetleri, sabırla yaşamak lazım. İnşirah Suresi’nde zorlukla beraber kolaylık vardır, denilir, zorluğun ardından değil. O hâlde bu iki kutbu telif etmeliyim, birbirine uygun, tamamlayan manalarını idrak etmeliyim.
Azizim, olanda hayır vardır, gerisi hikâye!
Dipnot:
1- Bakara Suresi: 216.