AKMHP cumhurunun başkanı Erdoğan gerçekten büyük bir tempoyla oradan oraya uçuyor ya da koşuyor.
Bu arada biraz kedi sevip biraz basket potası selâmlıyor.
Sebebi konusunda rivayet muhtelif, ama en akla yatkın olanı günün mevcut demini beğenmediği için yeni gün demlemeye niyetlenmesi.
Onun sebebi de belli.
ABD’deki BM zirvesinde aradığını bulamadı. Görüşe görüşe sadece İngiltere Başbakanı ile görüşebildi ve döndü.
Altun kalpli PR ekibi bu olumsuz durumun kusurunu birbirine yıkmaya çalıştı, ama kusur en son Erdoğan’ın üzerinde kaldı.
Erdoğan en son iki gün önce Soçi’de görüldü.
Putin’le bilhassa Suriye mevzuunu görüşmesinden sonra kapı önünde ayaküstü sohbette antikor muhabbeti de yaşanmış.
Erdoğan Putin’e “senin antikorun kaç bakayım” demiş.
Putin de “ezberlemedim, ama benim antikorum çok yüksek, 15-16 seviyesinde” cevabını vermiş.
Bunun üzerine Erdoğan şaşırmış ve “çok düşük yaaa, benimki 1000 seviyesinde” demiş.
Sonra anlaşılmış ki mezura farkı sebebiyle Putin’in 15’i Erdoğan’ın 1000’inden bile fazla olabiliyormuş.
Yani Erdoğan’ın kendisi için de üzülmesi gerekmiyormuş, ama Putin için üzülmesine hiç mi hiç gerek yokmuş.
Toplantının muhtevası ve varılan sonuçlar ve mutabakatlar üzerine bir açıklama yapılmamış.
Ama Türkiye’nin Suriye’den çekileceği galiba artık net.
Esad’ın yerinde kalacağı da net.
Suriye’den gelen misafirlerimizin bir kısmının ev sahibi haline geldiği ve gelmeye devam edeceği de net.
Suriye ile yeniden ortak Bakanlar Kurulu toplantısını artık yeni iktidarın işi.
Zira düşmanı sık değişenin dostluğuna güvenilemeyeceği de net.
Buna karşılık Türkiye’nin Suriye’yi karıştırıp karıştırmadığı net değil.
Türkiye’yi, Suriye tuzağına ve bataklığına Rusya’nın çekip çekmediği de net değil.
Rusya’nın, Türkiye’yi karıştırıp karıştıramayacağı da net değil.
ABD’deki BM zirvesinde dağıtmayı umduğu kitapları elde veya masada kalan Erdoğan’ın bu kitaplardan birazını Putin’e ve çevresine dağıtıp dağıtmadığını da bilemiyoruz.
Ama bir şeyi biliyoruz.
Putin’in on beşlik antikoru Erdoğan’ın binlik antikoruna denk.
Zaten hep böyle oluyor. Bir türlü ayaklarımız yere basmıyor. Ya minare başında ya kuyu dibinde…