Bugün bu sorunun cevabına yardımcı olmak üzere bir okuyucumuzun verdiği bazı bilgileri ve tekliflerini aktaralım:
Cezaevlerinin ve infaz sisteminin durumu içler acısı. Bunu ancak -haklı ya da haksız- cezaevine giren insan anlayabiliyor.
Kalabalık koğuşlar, yetersiz yemekler, sağlık problemleri, mahpusun hakları noktasındaki problemler gibi daha birçok problem çözüm bekliyor. Cezaevlerini nüfusu itibariyle seksen ikinci ilimiz sayabiliriz.
Bu yoğunluk ve tablo bize şunu söylüyor: Biz suç ve suçlu ile mücadelede de başarısız olduk, suç oranını düşürmek yerine yeni hapishaneler yaparak (!) çözüm bulduk. Problemi günlük politikalarla çözmeye çalışıyoruz. Yeni bir sistem kuramadığımız sürece de infaz sistemi devletin sırtına bir yük ve iyileşmeyen bir yara olarak kalacak.
Öncelikle sistemin ıslah edici bir sistem olmayıp cezalandırıcı bir mantık üzerine inşa edildiği aşikâr. Bundan dolayı da cezaevinden çıkan birçok hükümlü tekrar suça bulaşıyor, mükerrer suç işliyor. Sebebi basit. Uyuşturucu torbacısı olarak cezaevine giren adam içeride uyuşturucu toptancıları ile tanışıyor, diğer uyuşturucu satıcıları ile adeta zümre toplantıları düzenleyip nerede yanlış yaptıklarını tesbit etme imkânı buluyor. Hırsızlıktan içeri giren içeride diğer hırsızlardan kilit patlatmayı, araba kapısı açmayı öğreniyor… Başka birçok trajikomik örnek vermek mümkün.
Bunun önüne geçmenin en temel yolu eğitim ve ıslah-iyileştirme çalışmalarının infaz hesap sistemine entegre edilmesi.
Meselâ ilkokul mezunu olarak cezaevine giren bir hükümlüye “ortaokulu bitir infazından bir sene düşeceğiz” ya da “liseyi bitirirsen iki sene düşeceğiz” desek. Ya da “hafızlık yaparsan iki sene”, “cezaevinde meslek öğrenirsen iki sene infazından düşeceğiz” desek. Ya da “okuduğun her kitap için infazından üç gün düşülecek” şeklinde bir sistem kurulsa…
Elbette hepsinin içine Allah korkusu ve vicdan muhasebesi dersleri yerleştirilmek kaydıyla. Bu teşviklerle cezaevleri bir ıslah ve tekâmül yeri haline gelebilir.
Bu işin kanunî altyapısı hazırlandıktan sonra uygulama için de yönetim sistemi değişmeli. Cezaevi yönetimleri hâkim ve savcıların terfide sıçrama tahtası olmaktan çıkarılmalı. İçeriden terfi sistemi ile yöneticilik yapacak olan tecrübeli uygulamacılar yetiştirilmeli.
Cezaevi yönetiminin bağlı olacağı bakanlık da değiştirilmeli. Islah işleri için en uygun bakanlık hangisi ise o olmalı.
Sadece sayısal istatistikler ile günü kurtarıp niteliğe hiç bakmadan yapılan işler cezaevlerinin ıslahhane olmasının da önündeki en büyük engeldir. Meselâ, il halk kütüphaneleri ile yapılan protokol ile artık hükümlü ve tutuklular il halk kütüphanesindeki kitaplardan da yararlanabiliyor. Ama bu uygulamanın sonuçları bir istatistik bilgisinden öte geçemiyor.
Asıl istatistik cezaevinin kimler üzerinde ne yönden, nasıl ve ne kadar etkili olduğunu göstermeli. Sonuç rakamları işe yarar olmalı.
Son olarak, cezaevi ancak mahpusun, yakınlarının, eğitimcilerin, hukukçuların, psikologların, din adamlarının, halkın vicdanını temsil edecek vatandaşın hep birlikte müdahil olduğu bir sistemle ıslahhane olur.