Dikkatli bir Yeni Asya okuru olan ve Mardin’de öğretmenlik yapan Hakan Bey şöyle bir soru sormuş:
“Bilmeyerek hukuksuz bir davranışta bulunmamak adına veya tam tersi kendi kendimizi dar kalıplara sokmamak adına merak ettiğim bir konu var. Biz memurların siyasetle olan mesafesi hangi ölçüde olmalı? Siyasette sınırlarımız nelerdir? Memur ama aynı zamanda yönetilen bir vatandaş olarak eleştirel hak noktasında hükümet-devlet ayrımını nasıl yapmalıyız?”
Güzel ve önemli soru için teşekkür ediyoruz. Önce birinci kısmını cevaplandırmaya çalışalım:
Memur olmayan yetişkinler için siyasetin herhangi bir kanuni sınırı yok.
Siyasetin herkes için geçerli ahlâkî sınırı ise belli: Başkasını yutmakla beslenen tahripkâr menfi siyasetten Allah’a sığınırız ve sığınmalıyız.
Bu açıdan da mesele siyasi tercihlerimiz değil tavırlarımız ve niyetlerimizdir.
Zira her partide aklı başında siyaset yapan kişiler olur ve olabilir, ve her partide nefsini aklının önüne geçirmiş siyasetçiler de vardır. Önemli olan, kişinin kendi kalbini yokladığında rakip partilerin mensuplarını rencide eden bir tavır içine girip girmediğidir. Bu noktada “sana yapılmasını istemediğini sen de başkasına yapma” kuralı yeterlidir.
Memurlara gelince; onlar da kendisine siyaset yasak olan memurlar ve siyaset serbest olan memurlar olarak ikiye ayrılır:
Hâkim, subay, polis, din görevlisi, kaymakam, büyükelçi gibi memurlara siyaset yasak olmalıdır. Zira bu ve benzeri meslekler ancak siyaset dışı ve hatta bir yönüyle siyaset üstü kalındığı takdirde hakkını vererek yapılabilir. Ayrıca bu mesleklerin mensupları siyaset yaparsa hemen hemen daima siyaset yoluyla haksız rekabet kaçınılmaz olur. (Bazıları bu gruba öğretmenleri de eklemek gerektiğini düşünür.)
Geri kalan memurlara siyaset serbesttir ve öyle de olmalıdır. Ancak elbette bunun da bazı sınırları vardır.
Devlet kurumlarına ve bilhassa kışlaya, okula, adliyeye siyaset girmemelidir.
Ayrıca kamusal alana dahil bazı mekanlara da toplumsal kamplaşmalara sebep olacak şekilde siyaset girmemelidir. Mesela camiye, köy odasına, cemevine… Bunların bir dünya görüşünü temsil etmesi başka şeydir, bunların bir partinin ön ya da arka bahçesi olması ise daha başka bir şeydir. İkisini karıştırmamak gerekir.
Hatta stadlar veya kahvehaneler bile bir partinin lokali haline gelmemelidir. Zira parti lokali tabelasından bellidir ve oraya gitmek isteyenin tercihi de bellidir. Aslında dernekler ile partiler arasındaki çizgi de net olmalıdır. Zira partiler de zaten bir tür “siyasi dernek”tir. Particilik yapmak isteyenler partiye, dernekçilik yapmak isteyenler derneğe üye olur ve faaliyetine iştirak eder.
Memurlara gelince; makam sahibi memurlara makamda ve diğer memurlara da mesaide siyaset yasaktır ve öyle olmalıdır. Memur, mesaisinde devletin ve aslında milletin emrindedir ve milletin hizmetkârıdır. Makamda veya mesaide siyaset yapılırsa iktidar partisi devlet partisi haline getirilmiş olur ki bu demokrasiyi ve hukuk devletini öldürmektir.
Siyaset yapması serbest olan amirin ve memurun ömrünün tümü devlete ait olmadığına göre sivil alanda kalmak ve mesaisinde siyasi tarafını belli etmemek kaydıyla mesaisinden kalan zamanda siyasetle ilgilenmesi yanlış ve yasak değildir. (Bir kişinin kıyafetinden ve benzeri dış özelliklerinden dünya görüşünün belli olabilmesi ile kişinin siyasi tercihini göstere göstere iş yapması başka şeylerdir. Bu ikisi de birbirine karıştırılmamalıdır.).
Siyasetçiden doğrudan emir alan üst düzey memurun (bürokratın) bu emri savsaklaması yanlıştır. Hele bunu siyasi tercihi sebebiyle yaparsa, bu, hizmetkârı olduğu millete ihanet etmek derecesinde bir yanlış olur. Zira demokraside son sözü siyaset söyler. Aksi halde demokrasi ölmüş ve bürokratik oligarşi ve vesayet sistemi devreye girmiş olur.
Siyasetçiden gelen emri yanlış bulan, içine sindiremeyen ya da adaletsiz gören bürokrata düşen, itaatsizlik etmek değil hukuku işletmektir. Zira siyasetin de belli ölçüde hukuki denetimi vardır.
Ama hukuka aykırı olmayan emirlere uymak içine sinmiyorsa, bürokrata düşen istifa etmektir.