Memleketimizin iktisadî hayatı günbegün batağa saplanırken “bu konuda sen neden yazmıyorsun” diyenlerin isteğiyle yazalım:
1. Bankacılık değil banka hukuku uzmanlık alanlarımızdan biri. Faiz ile döviz ve enflasyon arasındaki ilişki konusunda “kitap yazmadık”. Kitabını yazanların halini görünce bu konuda söz söyleme cesaretimiz yok.
2. Önemli olan doğru kavramlarla düşünüp konuşmak. Bize göre iktisat ile ekonomi dahi zihin dünyası ve fikrî arka planı itibariyle farklı şeyler. Meselâ “israf iktisadı” olmaz zira bu ikisi zıttır. Ama “sarfa (harcamaya) dayalı ekonomi modeli”nden söz edilebilir. Yani hangi kültürün kavramıyla düşündüğümüz ve konuştuğumuz önemlidir.
3. Faiz konusunda öncelikle tasnif lâzım. Akdî faiz ile temerrüt faizi farklı şeyler. Özel sektör faizi ile devletin faizi de farklı kurallara ve hükümlere tabi.
4. Akdî faiz alıp verme işini banka ve benzeri ruhsatlı kurumlar yapabilir. Başkası yaparsa tefecilik suçundan ceza alabilir. Akdî faizde taraflar ödünç sözleşmesi kapsamında vadede fazlalık/ilave vermeyi/almayı vaat ederler. 100 dolar verip 110 dolar alan 10 dolar fazlalık/faiz almış demektir. 100 lira verip 110 lira alan fazlalık almak istemiş, ama o dönem enflasyon % 12 olmuşsa gerçekte faiz alamamış ve hatta yüzde iki zarar etmiş olur. Çünkü fazlalıktan kasıt “reel-gerçekten fazlalık”tır. Böyle bir sözleşmede faiz almayı umanın umduğu fazlalığı “fiilen” alıp alamadığı iktisadi açıdan önemlidir, ama fıkhen harama niyetlenip yapamamak gibidir.
5. Satış sözleşmesinde peşin bedel ile vadeli bedel arasındaki fark faiz değildir. Bildiğimiz anlamıyla faiz ödünçte olur satışta olmaz. Üç bacaklı (bağlantılı) sözleşme yardımıyla alıcı, satıcı ve finansman aracısının bir araya geldiği ve peşin ve vadeli satışın birlikte kurulduğu hallerde de durum böyledir. Bu peşin alıp vadeli satma işinde finansman aracılığını faiz alıp veren banka da yapsa “işin hükmü” aynıdır. Bu iş, müşteri açısından, asıl işi rakı satmak olan meyhanede helâl olan meze yemeye benzetilebilir.
6. Herhangi bir sebepten doğan borcunu vaktinde/vadesinde ödemeyen borçlunun alacaklının talebi üzerine alacaklıya ödediği temerrüt faizi, “gecikme zararı”nı (enflasyon zararını ve gecikmeden kaynaklanan diğer zararları) karşıladığı sürece reel bir fazlalık yani gerçek bir faiz değildir. Zaten kanun da mealen “temerrüt faizi bir tazminat türüdür” diyor.
7. Devletin faizine gelince; kâğıt para basan yani parayı var eden banka durumundaki Merkez Bankası’nın kendi bastığı bu kâğıdın eşya ve hizmet karşısında ve diğer kâğıt paralar karşısında değerini tesbit etmeye ve değiştirmeye yönelik her hareket “para politikası” icrasıdır.
Merkez bankaları kendi ülkesinin bankaları ve piyasaları açısından “piyasa yapıcıdır” ve asıl güç sahibidir. Bu güç bir kamusal güçtür. Ama merkez bankaları başka ülkelerin merkez bankaları için güçlü ya da zayıf müşteridir ve bu piyasa el’an faizsiz dönmeyen bir piyasadır.
İslâm Kalkınma Bankası’nın İslâm ülkeleri arası faizsiz/kâr payı esaslı destek modeli bu piyasanın bir alternatifi olarak ortaya çıkmış, ama İslâm ülkelerinin dağınıklığı sebebiyle büyüyememiş ya da büyütülmemiştir.
Bunun bir benzeri EURO bölgesi’nin merkez bankalarının ve nihayet ortak merkez bankasının kendi aralarındaki regülasyonlu işlemleridir. Faizi “neredeyse sıfır”a indirebilmek onların başarısıdır.
8. O halde ekonomiyi düzlüğe çıkarmak için de iktisadî hayatımızı düzene sokmak için de asıl mesele, Türkiye’nin AB’ye girebilmesidir. Girseydik faizi “neredeyse sıfır”lamış olacaktık.
Demokratlar iş başına geçmeli.