Başta söyleyelim: Başlıkta imlâ hatası yok.
Fırat kenarındaki koyunun kuzusunun hesabını verecek bir cumhurbaşkanı arayan bu millet kendisini 85 milyonun yerine koyacak bir cumhurbaşkanı buldu.
Ama başka bir konuda.
Kim kime ağır söz söylese cumhurbaşkanı alınıyor.
Hele hiçbir soruya cevap vermek zorunda olmayan bir cumhurbaşkanını ve iktidarını eleştirmek ve soru sormak cumhurbaşkanına kesin hakaret.
Cumhurbaşkanı eleştirilince savcılar alınıyor. Savcılar eleştirilince eleştirenler “içeri” alınıyor. Bu liste uzayıp gider.
Ama herkes cumhurbaşkanı ve cumhurbaşkanı herkes…
Hukuk devletinin yerinde yeller esiyor.
Hakaret ile eleştiri arasındaki çizginin fersah fersah uzağındaki sözler, yazılar, tavırlar … hakaret sayılıyor.
Mahkemelerce değilse de savcılarca öyle sayılıyor.
AKP’nin hukukçuları dahi biliyorlar ki cumhuriyetin savcıları cumhurbaşkanının savcıları olmuşlar.
Cumhurbaşkanı eşittir AKP olunca da cumhuriyetin savcıları AKP’nin savcıları olmuş oluyorlar.
Bu savcılar muhalefetin “128 milyar dolar nerede” pankartlarını duvarlardan indirebilmek için vinç bulma, kiralama yarışına girmişler.
“128 milyar dolar nerede” sorusu bir sorudur. Sadece sorudur.
Saçma bir soru olabilir.
Cevabı belli olabilir.
Cumhurbaşkanı tarafından verilen çok sayıda cevaptan biri doğru olabilir veya hiçbiri doğru olmayabilir.
Ama bu soru hakaret değildir.
Pankartın arka planında cumhurbaşkanlığı külliyesinin siluetinin bulunması soruyu hakaret yapmaz.
Orasını bir “kutsal mekân” kabul eden savcılara soralım…
“Cumhurbaşkanlığı”nın adının o külliyenin hemen altındaki bir alt geçide dahi verilebildiği bir ülkede bu binanın nesi kutsaldır?
Bu sorunun içinde hakaret olup olmadığını AKP’li edebiyat öğretmenlerine sorsak ne derler?
Ya da AKP’li olduğunu düşündüğümüz edebiyat profesörlerine sorsak…
Köşe bucak kaçarlar, kaçıyorlar.
Onlar kaçtıkça Devlet kovalıyor. Ama o devlet başka Devlet!