Geçen hafta, basında, “Başbakanın ilk kez açıkladığı tarihî Said Nursî Belgesi” gibi gaza getirici, kışkırtıcı ve gıdıklayıcı başlıklarla verilen haberi duymuş olabilirsiniz.
Erdoğan, Afyonkarahisar’da siyasî konuşma yaparken, varlığı zaten ehlince çok iyi bilinen türden bir belgenin fotokopisini de gösteriyor ve şöyle söylüyor:
“1940’larda, buraya, Afyonkarahisar Cezaevi’ne bir mahkûm getirdiler. Cezaevinde soğuktan dondurarak, öldürmek istediler, zehirleyerek öldürmek istediler. Emirdağ’a hapsederek hürriyetini kısıtladılar. Peki kimdi bu insan? İşi kitap yazmak, bütün işi fikirlerini söylemek, talebe yetiştirmek olan Said-i Nursî’ye işte burada büyük eziyetler yaptılar. Birinci Dünya Savaşı’nda savaşırken Ruslar’a esir düştüğü halde kaçmış, burası çok önemli, vatanına, toprağına dönmüştü. Buradan da kaçabilirdi, Emirdağ’dan da kaçabilirdi. Ama kaçmadı. ‘Zalimler için yaşasın cehennem’ dedi. Kendi ülkesini, kendi toprağını, hapiste yatmak pahasına tercih etti. Allah rahmet eylesin, Allah ondan razı olsun, mekânı cennet olsun. İşte bu CHP, 1940’larda Said-i Nursî’nin kitaplarını yasaklayan, Said-i Nursî’yi hapislere mahkûm eden partidir. İşte belgesi. CHP’nin genel müdürü! Bu belge senin belgelerine benzemez. 15 Temmuz 1949 tarihli Bakanlar Kurulu kararı bu. ‘Said-i Nursi tarafından yazılan Gençlik Rehberi adlı kitabın dağıtımının yasak edilmesi ve elde edileceklerinin de toplattırılması Bakanlar Kurulumuzun 15 Temmuz 1949 tarihli toplantısında kararlaştırılmıştır’, İmza, Cumhurbaşkanı İsmet İnönü... İşte bu CHP ile güya Said-i Nursî’nin izinden gittiğini iddia eden bu paralel örgüt, şu anda kol kola yürüyorlar. Said-i Nursî’nin kemikleri sızlıyor. Afyonkarahisar’da, Emirdağ’da Said-i Nursî’nin hatırası inciniyor.”
Radikal’in haberine göre CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu bu konuşmadaki sataşma üzerine Meclis grup toplantısında yaptığı konuşmada cevaben şunları söylemiş:
“Telefon dinlemeleri yaptın, oğluna rüşvet merkezi kurdun, adına ‘Vakıf’ dedin. Yandaş medya için havuz oluşturdun. Tüm bunlar ortadayken çıkmış 1940’lı yıllarda Said-i Nursî hakkında alınan hapis kararından bahsediyorsun. Parti Meclisi üyemiz Fikri Sağlar, DYP-SHP Koalisyon hükümetinde Kültür Bakanlığı yaptı. İlk icraatlarından biridir Said-i Nursî’nin kitaplarını kütüphanelere sokması; bunu bir dipnot olarak öğrensin. Ne konuşuyorsun 40’lı yıllar hakkında, sen şimdi yarattığın düzenden bahset. Yarattığın düzen haramilerin iktidarı, haramilerin düzeni. Gırtlağına kadar yolsuzluğa battın, yalnız da batmadın, çoluğun çocuğunla battın.”
Biz ne diyelim şimdi…
Bediüzzaman, siyasî çekişmelerin memlekete zararını gördüğü için, erken dönemde siyasetten çekilmiş. Hem de şeytandan kaçar gibi.
Elbette çok partili siyaset döneminde demokratlara oy vermiş, talebelerinin de -asıl işlerini ve hizmetlerini bırakmadan- destek vermelerini istemiş. Ama Risalelerin siyasete alet edilmesi ve hizmetinin siyasî ve bürokratik iktidara basamak edilmesi riski sebebiyle siyasetten yine uzak durmuş.
Bediüzzaman siyasetin ve siyasetçinin de kendisinden uzak durmasını istemiş. Siyasileri kendisine dostluğunu müdahaleye veya istismara dönüştürmelerine karşı çıkmış.
Bu gün hayatta olsa idi, yukarıdaki konuşmaları duysa idi, ne derdi?
-Beni ve eserlerimi siyasetinize alet etmeyin, derdi.
-Bana zulmetseniz de gam yemem, ama Kur’ân’a ve onun bir tefsiri olan Risalelere zulmetmeyin, siyasetinize taraf ve alet haline getirmeyin, derdi.
-Milletin sadece dünyasına değil dinine de hizmet edin, Risaleleri kütüphanelere koymaya ve Diyanet eliyle neşretmeye devam edin, derdi.
-Mazideki hatalarla meşgul olmayın, istikbale bakın, birbirinizi hayra teşvik edin, birbirinizle hayırda yarışın, derdi.
-Dini ve dine hizmeti kendi tekelinize almaya kalkmayın, birbirinizi teşvik edin, derdi.
-Risalelerdeki evrensel barış ve adalet prensiplerini öğrenin, öğretin, tatbik edin, derdi.
-Kavga etmeyin, edecekseniz de kavganıza bizi ve Kur’ân nurunu alet etmeyin, derdi.
-Şimdi bizi bize bırakın, gidin meşrû işinize bakın, bize ve hizmetimize gölge etmeyin başka ihsan istemez, biz de işimize bakalım, derdi.