"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Sulhta hayır vardır

Ahmet DURSUN
14 Mayıs 2025, Çarşamba
Terörsüz Türkiye’yi kim istemez ki? İpin ucunda “kökü dışarda olan zındıka” olmasın yeter ki, kanlı gözyaşları neden dinmesin ki?

Uzun süredir Türkiye’nin gündemini meşgul eden terör örgütünün silâh bırakma ve kendini feshetme kararı, kamuoyunun içeriğine pek hâkim olamadığı ve algılayamadığı bir süreç sonrasında, önceki gün duyuruldu.  

Pek yakın bir dönemde âkil adamlarla yürütülen fakat akamete uğrayan açılım süreci bağlamında gördüğümüz sevinç dolu halaylı kutlamaları ve iyimser açıklamaları bir kez daha gördük. Temennimiz bu sevinç halinin ülkemizden başlayarak başta Irak ve Suriye ile birlikte İslâm coğrafyasını kuşatacak bir sıçramayı beraberinde getirmesidir. 

Bahçeli’nin Öcalan’la ilgili çağrısından sonra Türkiye’de esmeye başlayan barış rüzgârlarının yeni bir fırtınaya dönüşüp dönüşmeyeceği endişesi, daha önceki süreçleri yaşayanların temel tedirginliğidir. Bu yüzden biz de ilk günlerden itibaren meraklı sorularımızla bilhassa Güneydoğu’da yaşayan, süreçleri takip eden ve fikren sürece olumlu bir katkı sunmaya çalışan gayretli fikir ehline ne düşündüklerini sorduk. Aldığımız cevapların ortak noktası “sulhta hayır olduğu” yönündeydi. On yıllardır bölgeyi her yönüyle perişan eden, binlerce insanımızı hayattan koparan, ülkemize ve barış dini olan İslâm’ı temsil eden coğrafyamıza tarifsiz bir şekilde büyük zararlar veren terör belâsı, yeter ki tüm müştemilatıyla başımızdan def olup gitsindi. İnşallah öyle de olur.

Terör örgütünün fesih açıklamasında eleştirilere sebep olan hususlar, meselenin karanlıkta kalan kısımları, endişeye yol açan flu kısımlar… Her şeye rağmen söz konusu barışı, huzuru ve her alandaki terakkiyi doğuracak “terörsüz bir Türkiye” ise, sonuç demokratik bir Türkiye, demokrat bir anayasa olacaksa, tenkidimiz Latinlerin “dentibus albis” dedikleri “beyaz dişlerle” olmalı, hırpalamaktan ziyade yol gösterici bir üslup tercih edilmeli, aynı yanlışların tekrarını önleyici fikirler serdedilmelidir. 

Tarihî derinliğiyle değerlendirdiğimizde, koca bir imparatorluğu yutan anti-demokratik yapıların kıskacında kurulan Türkiye’nin bir türlü demokratikleşememesi meselenin özünü oluşturmaktadır. Çok dinli ve çok kültürlü bir imparatorluk bakiyesi üzerine inşa edilen Türkiye’nin, bilinen etnik ve dinî fay hatlarına rağmen, ulus devlet ve katı laiklik modeli üzerine kurgulanması çoğulculuğu esas alan demokratik bir sisteme kavuşmamızı engellemiş ve bugünün trajedilerini doğuran krizleri üretmiştir. Neredeyse bir asra yaklaşan ‘Kürt Meselesi’ de bu krizlerden biridir. 

Terör örgütünün fesih kararıyla gelinen son aşamada, zaman zaman gündeme getirilen “özerklik, federatif devlet” gibi tartışmalar da muhtemelen tekrar alevlenecektir. Tarihî bağlamında “adem-i merkeziyet” tartışmalarında kendini gösteren bu muhtemel gündemde, Bediüzzaman Said Nursî’nin konuyla ilgili referansları bölgenin özlediği huzura kavuşması açısından büyük önemi haizdir. Asrın başında Prens Sabahattin’in “teşebbüs-i şahsî ve adem-i merkeziyet” fikrini ele alan Bediüzzaman Said Nursî, “Prens Sabahaddin Bey’in Sû-i Telâkki Olunan Güzel Fikrine Cevap” başlığı altında konuyu değerlendirmiş, “ittihad” vurgusu yaparak adem-i merkeziyet fikrinin siyasî kulüpler vasıtasıyla ve istibdat cihetiyle etnik ve mezhebî farklılıklardan dolayı merkezden kopuşlara sebep olacağını, verilecek ‘muhtariyet’in bağımsızlık isteklerine dönüşeceğini ve bunun da “tevaif-i mülûk” suretinde parçalanmaya yol açacağını belirtmiştir.

Bilhassa İslâm dünyasında son yıllarda kanlı hadiselerle birlikte meydana gelen parçalanmalar ışığında ele alındığında, Bediüzzaman’ın yüzyıl önceki endişelerinin bugünler açısından anlamının belirlenmesi, gündeme gelmesi beklenen ‘özerklik’ tartışmalarının sağlıklı zeminlere oturtulması açısından faydalı olacaktır. Bediüzzaman’ın “et-tırnak” şeklinde birbiriyle kaynaşmış olan Türklerle Kürtleri ayrıştırmak üzere dile getirilen etnik milliyetçilik odaklı kurgulara ‘muhabbet, ittihad, İslâmiyet milliyeti’ gibi vurgularla karşı çıkması dikkate şayandır. Aynı dönemde Şerif Paşa’nın Ermeni Nubar Paşa ile Paris’te imzaladığı Kürt ve Ermeni devletlerinin kurulmasına yönelik itilafnameyi şiddetle reddederek Kürt milletini temsil yetkisinin Meclis-i Mebusan’a ait olduğunu nazara vermesi, dış mihrakların etkisinden arınmış bir parlamenter yapı içinde çözüm aranmasına dikkat çekmesi, bugünkü tartışmalara yol gösterecek niteliktedir. 

Akıbet hayrola!

Okunma Sayısı: 242
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı