Bilimsel bilginin mutlak doğruluğu ve bilim insanlarının ahlâkî sorumlulukları ile ilgili tartışmaları özetleyebilecek nitelikteki bir manzarayı geçtiğimiz hafta İstanbul’da yaşadığımız deprem sonrasında hep birlikte gördük.
1999 yılında yaşadığımız Gölcük merkezli yıkıcı deprem sonrasında, sırada büyük İstanbul depreminin olduğu yönündeki açıklamalar yıllarca büyük bir endişeye yol açmış, 7 üzerindeki bir depremle Türkiye’nin bağımsızlığını dahi tartışmaya açacak kaotik bir durumun ortaya çıkacağı bir çok deprem bilimci tarafından dillendirilmişti. Yaşadığımız son deprem sonrasında -İstanbul’da deprem olgusu üzerinden yaşanan rant tartışmaları, vb. sebeplerle- bilim insanlarının açıklamalarındaki sorumluluğun çerçevesi de tartışmaya açıldı.
İstanbul’la ilgili en korkutucu açıklamaları yapanlardan biri hiç şüphesiz Yer Bilimci Celal Şengör idi. Şengör’ün “kıyamet senaryosu” olarak adlandırılan açıklamalarına göre İstanbul’da kesin olarak günün birinde gerçekleşecek olan deprem ile “birkaç gün içinde şehirde açlık başlayacak, yağmalar yaşanacak, salgın hastalıklar çıkacak. Enkazlar uzun süre kaldırılamayacak, şehir ağır bir kokuya bürünecek. Ölmeyenler ‘keşke ölseydik’ diyecek” idi.
Bu sözlerin ne kadarı bilimsel gerçekliği ifade ediyor, bu kaos senaryosunun ne kadarı depremi önleyici tedbirlere hizmet eder, ayrı bir konu. Ancak böylesine felâket senaryolarının bir bilim adamı tarafından çizilmesinin deprem korkusunu iliklerine kadar hisseden milyonları depresif ruh hâllerine soktuğu, menfî olarak sosyolojik ve ekonomik sonuçlar doğurduğu son derece açıktır.
Beklenen İstanbul depremi konusunda, çizdiği farklı profille kamuoyunda dikkat çeken, Celal Şengör’ün tam tersi açıklamalarıyla halkı rahatlatan bir isim var: Şener Üşümezsoy. Daha önce yaşadığımız depremleri ve son depremi, ABD’nin fayları tetikleyebilecek düzeydeki silâh teknolojilerine ve bunu ifade eden HAARP projesine dayandıran görüşlere şiddetle karşı çıkan Şener Üşümezsoy, “Kur’ân’da ‘dağları yürüten Allah’tır’ dediği hâlde siz ‘Depremi gemiyle ABD yaptı’ diyorsanız Allah’a şirk koşmuş oluyorsunuz. Buna inanırsak ABD’ye hiç direnemeyiz” diyerek farklı bir bakış açısı ortaya koymuştu. Yaptığı araştırmalara dayandırdığı tahminler sonucu Düzce depremiyle birlikte son yaşadığımız depremin yerini ve şiddetini bildiği için adı “deprem kâhini”ne çıkan Üşümezsoy, son deprem sonrasında Celal Şengör’ün aksine halkı rahatlatan açıklamalar yaptı ve iddia edildiği gibi İstanbul’u etkileyecek 7 üzerinde bir depremin olmayacağını, Marmara’da depremlerin bittiğini, başka deprem riskinin olmadığını, aynı bölgede en fazla 6-6.5 aralığında bir deprem olabileceğini, büyük depremle ilgili senaryoların ölü bir fay üzerinden üretildiğini ve bu senaryoların çöp olduğunu” ifade etti.
Bu farklı görüşler, bir zihniyet farklılığını da ortaya koyması bakımından son derece önemli. Bir yanda bilimi mutlak kabul eden, İlâhî olana hiç yer vermeyen pozitivist yaklaşım, diğer yanda bilimsel gerçeklikle birlikte her şeyi mülkün gerçek sahibinin tasarrufuna bırakan mütevekkilâne yaklaşım. Üşümezsoy Hoca’nın yaklaşımı, Risale-i Nur’da karşılığını bulan “Şu kâinat, bir Kadîr-i Rahîmin mülküdür. Mülkü sahibine teslim et… O hem Hakîmdir, hem Rahîmdir. Mülkünde istediği gibi tasarruf eder, çevirir” sözlerine ne de güzel yakışıyor.
Deprem gibi musibetlerin İlâhî ihtarlar olduğu gerçeğini unutmadan, işlediğimiz büyük hatalara tahammül edemeyen yeryüzünün silkinerek bizi Rabbinin emriyle ikaz ettiğini, küllî vazifesi içinde ‘Onları terbiye et’ emrine itaat ettiğini bilerek ve “küre-i arzın benî Âdem’den, bahusus ehl-i imandan beğenmediği bir kısım etvar-ı gafletin sıklet-i maneviyesinden omuz silktiğini” anlayarak depreme bakabilmek ve bu yaklaşımla depreme hazırlanabilmek… Bilmiyorum, Celal Şengör buna ne der?