"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Fasık adamın durumu

Ahmet ÖZDEMİR
23 Eylül 2021, Perşembe
Fısk, doğru yoldan çıkmak, Allah’a isyan etmek, haramdan, şüpheli şeylerden kaçınmamaktır. Fâsık ise, doğru yoldan çıkan, Allah’a isyan eden adam demektir.

Fâsıkların durumu Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle açıklanmaktadır: “O fâsıklar ki, Allah’a verdikleri sözü bozar, Allah’ın akrabalar ve mü’minler arasında riayet edilmesini emrettiği bağları keser ve yeryüzünde fesat çıkarırlar. Dünya ve âhirette zarar ve hüsrana maruz kalan ancak onlardır.” (Bakara Sûresi, 27)

Bu âyette fâsıkların üç özelliğinden söz edilmektedir:

1. Allah’a verdikleri sözü bozmak veya sözünde durmamak.

2. Allah’ın akraba ve mü’minler arasında emrettiği bağları kesmek.

3. Yeryüzünde fesat ve bozgunculuk çıkarmak.

Dalâlete, sapıklığa giden fâsıklardır. Fıskın sebebi ise, kendi iradeleriyle istemeleri, çalışmaları ve kazanmalarıdır. Dışarıdan bir zorlama yoktur. Suç kendilerindedir.

Fasıkların akılları marifetullaha, zekâları ilme küs olduğu gibi, akrabalara ve mü’minlere de dargın olup gidip gelmezler. Yani sıla-yı rahimi keserler. 

Onlar karşı karşıya kaldığı o dehşetli durumdan kurtulmak için çabalamadığı gibi, bir parça rahatlamak için, çoklarının da aynı bataklığa düşmesini isterler. Musîbet, belâ ve sıkıntılar genel olursa, hafif olduğunu düşünür. Hâlbuki bunun gerçekle bir ilgisi yoktur. 

Bu konuda Bediüzzaman şöyle der: “Fısk, hakdan udul, ayrılmak, hadden tecavüz, hayat-ı ebediyeden çıkıp terk etmektir.”

Fısk, kuvve-i akliye, kuvve-i gadabiye ve kuvve-i şeheviye dediğimiz üç kuvvetin ifrat ve tefritinden doğmaktadır. Bu kuvvetlere fıtraten bir sınır konulmamıştır. Ancak Şeriat sınırlama getirmiştir.

“Evet, ifrat veya tefrit, delillere karşı bir isyandır. Yani, sahife-i âlemde yaratılan delail, uhud-u İlâhiye hükmündedir. O delaile muhalefet eden, Cenab-ı Hak’la fıtraten yapmış olduğu ahdini bozmuş olur. 

Ve keza ifrat ve tefrit, hayat-ı nefsiye ve ruhiyenin maraz ve hastalığını intaç eden esbaptandır.” (İşaratü’l-İ’caz, s. 358)

Allah ile kullar arasında ezelde bir sözleşme (misak) yapılmıştır. Kâinatta yaratılan deliller sözleşmenin içinde yer almaktadır. Bu sözleşme kuvve(t)lerin ifrat ve tefritleriyle bozulmaktadır. Delillere karşı gelen, Allah’a karşı yapmış olduğu sözleşmesine de ters hareket etmektedir. Bunlar aynı zamanda nefsî ve ruhî hastalıkların sebeplerinden sayılmaktadır.

Fasık olan kimsenin kuvve-i akliyesi ölçüyü kaçırıp safsatalara düşerse, inançla ilgili bağları kesmekle kalmaz, ebedî ahiret hayatını yırtıp parçalar.

Fasık adamın kuvve-i gadabiyesi orta yoldan çıkarsa, cemiyet/toplum hayatını altüst eder. Yine fasık adamın kuvve-i şeheviyesi sınırı aşarsa, nefsin isteklerine tabi olur; kendisi berbat olduğu gibi, başkalarını da berbat eder. Bir bakıma fasıklar ahireti verip dünyayı aldıkları gibi, hidayeti dalâletle değiştiren akılsız adamlardır.

Fasıkların dalâlete atılmalarının cezası fısklarından kaynaklanmaktadır. Fısk sebebiyle, fasıklar hakkında, nur ateşe, ışık karanlığa dönüşür. Güneşin ışığıyla pis maddelerin bozulup kokuştuğu ve fenalaştığı gibi fısk da insanları bozar.

Bir kişinin kalbinde bir ihtilâl, bir fenalık duygusu uyanırsa, yüksek duyguları alçalmaya başlar. Zamanla o meyil yavaş yavaş kalbinde büyümeye başlar. Sonra o kişi, bütün lezzetini, zevkini tahrip etmekte bulur. İnatçı bir fasıkın fıskı, dünyanın manevî dengesinin bozulmasına vesile olabilir. Adeta insanları zehirlemekten zevk alan bir yılana benzer. Fasık adam, fısktan çıkmak ister, ama çıkamaz. 

Bediüzzaman bu konuda şöyle der:

“Fâsık adam, fıskı isteyerek ve bizzat talep edip girmemiş; belki içine düşmüş, çıkamıyor. Hiçbir fâsık yoktur ki, salih olmasını temenni etmesin ve âmirini ve reisini mütedeyyin görmek istemesin. İllâ ki-el-iyâzü billâh!-irtidat ile vicdanı tefessüh edip, yılan gibi zehirlemekten lezzet alsın!” (Lem’alar, s. 126)

Fasık adamlar, idarecilerinin dindar olmalarını isterler. Bununla ilgili bir örneği Bediüzzaman şöyle anlatır: “Bu millet-i İslâmın cemaatleri, çendan bir cemaat namazsız kalsa, fâsık da olsa, yine başlarındakini mütedeyyin görmek ister. Hattâ, umum şarkta, umum memurlara dair en evvel sordukları sual bu imiş: ‘Acaba namaz kılıyor mu?’ derler. Namaz kılarsa mutlak emniyet ederler; kılmazsa, ne kadar muktedir olsa nazarlarında müttehemdir. Bir zaman, Beytüşşebab aşâirinde isyan vardı. 

Ben gittim, sordum: ‘Sebep nedir?’ 

Dediler ki: 

‘Kaymakamımız namaz kılmıyordu, rakı içiyordu. Öyle dinsizlere nasıl itaat edeceğiz?’ Bu sözü söyleyenler de namazsız, hem de eşkıyâ idiler.” (Mesnevî-i Nuriye, s. 159)

Okunma Sayısı: 3302
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı