"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Emaneti ehline verin, evliyaya değil!

Ali FERŞADOĞLU
15 Nisan 2016, Cuma
Emanetin sosyal hayata tatbiki, Kur’ân’da mealen şöyle anlatılır:

“Ey iman edenler! İnsanlar arasında adâlet edin ve emaneti, işi ehline (uzmanına, lâyık olana) verin.” (Nisâ Sûresi, 58.)

Bu âyetin nüzul sebebi şöyle nakledilir: Mekke fethedilince Hz. Peygamber (asm), Kâbe’ye gelir ve kapının açılmasını ister. Anahtar; Kâbe’nin bekçilik, temizlik, bakım vs., gibi kutsal vazifeleri; yıllardan beri babadan oğula geçerek devam eden ve Müslüman olmayan Osman bin Talha’dadır.

Osman bin Talha, Kâbe’nin anahtarını getirip Peygamber Efendimize (asm) teslim eder. Kâbe’yi açtırıp; putları temizletip; şükür için iki rekât namaz kıldıktan sonra,  tekrar henüz müşrik olan Osman bin Talha’ya anahtarı teslim eder.

Başka bir rivayette, Hz. Ali (ra), Mekke fethedilince müşrik olan Osman bin Talha’dan anahtarları alır. Bu âyet nazil olur. Hz. Peygamber (asm), anahtarı ondan alıp henüz Müslüman olmayan Osman bin Talha’ya verir.

Mealini verdiğimiz bu âyet ve Hz. Peygamberin (asm), onu bu şekilde uygulaması, emaneti, işi, “yakın, dindar, makam sahibi, ilim adamına” değil; “ehliyet” ve “liyâkatli” olana vermeyi gerektirir.

Demek ki, emanet sahiplerinin, emânet edecekleri insanda ilk arayacakları şart “ehliyet” ve “liyâkat”tir. Yani, “bilgi ve maharet/beceri, san’at” şarttır. Yoksa, “yakınlık dindarlık, evliyalık” değildir.

Bediüzzaman, bu âyeti tefsir edip yorumlarken şöyle muhteşem bir ölçüyü nazara verir:

“Sual: Bazı nâs, senin gibi mânâ vermiyorlar. Hem de bazı Jön Türklerin a’mâl ve etvârı pis tefsir ediliyor. Zira bazı Ramazan’ı yer, rakı içer, namazı terk eder. Böyle, Allah’ın emrinde hıyanet eden, nasıl millete sadâkat edecektir?

Cevap: Evet, neam, hakkınız var. Fakat hamiyet ayrı, iş ayrıdır. Bence bir kalb ve vicdan fezâil-i İslâmiye ile mütezeyyin olmazsa, ondan hakikî hamiyet ve sadâkat ve adalet beklenilmez. Fakat iş ve san’at başka olduğu için, fâsık bir adam güzel çobanlık edebilir. Ayyaş bir adam, ayyaş olmadığı vakitte iyi saat yapabilir. İşte, şimdi salâhat ve mahareti, tâbir-i âharla fazileti ve hamiyeti, nur-u kalb ve nur-u fikri cem edenler vezaife kifayet etmezler. Öyleyse, ya maharettir veya salâhattir. San’atta maharet ise müreccahtır. Hem de o sarhoş namazsızlar Jön Türk değiller, belki şeyn Türktürler. Yani fena ve çirkin Türktürler. Genç Türklerin râfızîleridirler. Herşeyin bir râfızîsi var. Hürriyetin râfızîsi de süfehâdır.”1

Aslında Müslümanların en avamı bile, özel ve günlük bütün işlerinde “emaneti, işi ehline” veriyor. Evinin planını, yapımını; elbisesinin dikimini, otobüs, gemi, uçak kullanımını, vs. “yakınına, dindara, müftüye, hocaya, evliyaya” çizdirmiyor, yaptırmıyor; diktirmiyor, kaptanlığını teslim etmiyor.  

Peki, neden müdürlükten cumhurbaşkanlığına kadar “idarecilik, yönetim, devlet işlerinde” yakınını, dindarı (dindarlık ne, ne kadar dindar o da tartışılır) tercih ediyor?

İşi ehline vermek hem farz, hem sünnet değil mi? İşlerin düzgün gitmemesi, kargaşa ve kaosun bir sebebi de bu değil mi?

Dipnot: 1- Bediüzzaman Said Nursî, Münâzarât, Yeni Asya Neşriyat,   İstanbul 1999, s. 56.

Okunma Sayısı: 15088
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı