İmam-ı Beyhaki Delail kitabında deist zihniyetlilere şöyle cevap verir: “Ashab-ı Kiram’dan İmran bin Husayn (ra), şefaatle ilgili bazı hadisler nakleder. Oradakilerden biri der ki, “Siz hadisler bildiriyorsunuz, fakat biz bunlarla ilgili Kur’ânda bir şey bulamıyoruz!”
İmran bin Husayn Hazretleri buyurur ki: “Sen Kur’ânı okudun mu?”, “Evet.” “Kur’ân’da sabah namazının farzının iki, akşamınkinin üç, öğle, ikindi ve yatsının farzının ise dört rekât olduğuna rastladın mı?” “Hayır.” “Peki bunları kimden öğrendiniz? Bizden [Ashab-ı Kiram’dan] öğrenmediniz mi? Biz de Resulullahtan (asm) öğrenmedik mi?”
“Allahü Teâlâ’nın Kur’ânda şöyle buyurduğunu duymadınız mı? ‘Peygamber size neyi verdiyse onu alın, size neyi yasakladıysa da ondan kaçının.” (Haşr Sûresi, 7)
Bediüzzaman da bu meseleye şöyle yaklaşır: İşte, o zaman müşahede ettim ki, Sünnet-i Seniyyenin meseleleri, hattâ küçük âdâbları, gemilerde hatt-ı hareketi gösteren kıblenâmeli birer pusula gibi, hadsiz zararlı, zulümatlı yollar içinde birer düğme hükmünde görüyordum.” (Bediüzzaman, Lem’alar, s. 55)
Zira, Sünnet-i Seniyye, Kur’ân hakikatlerini en ince detaylarına kadar açıklıyor:
“Din ve şeriat-ı İslâmiyenin sahibi olan Fahr-i Âlem Aleyhissalâtü Vesselâm… din-i İslâmın esâsâtını bizzat kendisi gösterdiği gibi, o dinin teferruatını ve sair ahkâmını, hattâ en cüz’î âdâbını dahi bizzat o getiriyor, o haber veriyor, o emir veriyor. Demek, füruat-ı İslâmiye, değişmeye kabil bir libas hükmünde değil ki, onlar tebdil edilse esas din bâki kalabilsin. Belki, esas-ı dine bir cesettir, lâakal bir cilttir. Onunla imtizaç ve iltiham etmiş; kabil-i tefrik değildir. Onları tebdil etmek, doğrudan doğruya Sahib-i Şeriati inkâr ve tekzip etmek çıkar.” (Bediüzzaman Said Nursî, Mektubat, s. 421)
Tıpkı, tefsir, hadis, fizik, kimya, matematik derslerinin muallimleri, yorumcuları olduğu gibi, Peygamberimiz (asm), Kur’ân’ın ilk, en geniş, en mükemmel ve orijinal tefsirini Sünnet-i Seniyye ve hadisle yapmıştır. Ayrıca, hareketleri, davranışları, hatta olaylar karşısındaki tavrı ve susması da Kur’ân tefsiridir. Çünkü, onun ahlâkı, Kur’ân ahlâkıydı.
Sahabe-i Kiram anlayamadıkları âyetleri Peygamberimize (asm) soruyor, o da açıklayarak cevaplandırıyordu. Onların ardındaki tabiinler de tefsiri Sahabilerden öğrenmişlerdir.
Daha sonra da gelen müçtehid, müceddid ve müfessirler de Kur’ân’ı tefsir etmişlerdir.
O zaman biz bu tefsirleri okuruz, “Kur’ân bize yeter!” diyenleri yazdıkları kitaplarıyla başbaşa bırakırız! Kendi kendilerine yetip dursunlar!