Doktorun, “Hastaya bir makam, iki tabanca, üç el bombası verelim; iyileşsin!” tavsiyesine ne buyurursunuz? Böyle bir doktor hakkındaki teşhisiniz, “Deli-divane midir?” şeklinde olmaz mı?
Bugün, Müslüman fert, aile, toplum ve İslâm âleminin temel hastalıklarından birisi “Cehalet, fakr u zaruret, ihtilâf (ayrılık) değil mi? Kur’ân’da mealen, “İhtilâfa düşmeyin; sonra cesaretiniz kırılır, kuvvetiniz elden gider.” (Enfâl Sûresi, 8:46) diye ikaz edilmiyor muyuz?
Müslümanlar olarak “ihtilâfa/ayrılık” hastalığına yakalanmamış mı? “Cesaretleri kırılmamış” mı? “Kuvvetleri elden gitmemiş” mi? Demek ki, Kur’ân’a göre gerçek hastalığın teşhisi bunlardır. O halde bu hastalıkları “siyasî makam, mevki, iktidar, silâh, bomba, mermi, tank, top-tüfekle” donatırsanız iyileşirler mi? Yoksa daha beter başka başka hastalıklara mı düşerler?
Bir hastalığın ilâcı, panzehiri başka hastalığın mikrobu, zehiri olmaz mı? Bir hastalığa 100 miligram tablet kâfi iken, 10 adet 500 miligramlık ilâç vermek hastayı öldürmez mi?
İşte gözümüzle gördüğümüz, yaşayarak anladığımız, aklen ve vicdanen idrak ettiğimiz bu sosyal gerçeğe binaen Bediüzzaman Müslümanları, “Menfaat üzerine dönen canavar siyaset” ve “şiddet” cephesinden cephenin gerisine çekti: “Euzubillahi mineşşeytani vessiyaseti/Şeytandan ve siyasetten Allah’a sığınırım” demiştir. (Bediüzzaman, Emirdağ Lâhikası, Enstitü/internet, s. 42)
Çünkü bugünkü siyaset, “Benlikten, hodfuruşluktan, gururdan ve gaddar siyasetten gelen dahildeki tarafgirane fikriyle, kendi tarafına şeytan yardım etse rahmet okutacak, muhalifine melek yardım etse lânet edecek gibi hadisatlar görünüyor. Hattâ, bir sâlih âlim, fikr-i siyasîsine muhalif bir büyük sâlih âlimi tekfir derecesinde gıybet ettiği; ve İslâmiyet aleyhinde bir zındığı, onun fikrine uygun ve taraftar olduğu için hararetle senâ ettiğini gördüm. Ve şeytandan kaçar gibi, otuz beş seneden beri siyaseti terk ettim. (Bediüzzaman, Age, s. 395)
Aynen yaşamıyor muyuz?