İstanbul’dan Ali Karabiber, “Bazı gruplarımızda namaz kıldıran imam dahil cemaat ferdlerinin hepsi sarık sarmakta; ders yapan dahil bütün dinleyenler cübbe giymekte, sarık sarmakta, takke takmaktadır. Bu bana biraz ifrat gibi geliyor; ne dersiniz?” diye soruyor.
Tuhaf bir hal ki, daha ziyade bayanların örtünmesi üzerinde durulur. Halbuki, tesettür erkekler için de farzdır.
Tesettür; erkek-kadının mahrem yerleri örtecek, hiss-i zahiriyi rencide, şehvani, nefseni duyguları tahrik etmeyecek biçimde olmalıdır. Bu genel bilgiden sonra söyleyeceğimiz husus şudur:
Tesettürün de “fetva ve takva” boyutları vardır. Fetva, helal-haram sınırlarını çizer. Takva, hassasiyeti, itinayı gerektirir ve sevabı artırır. Takvadan düşen, fetvaya düşer; fetvadan düşen, sınırı aşar ve günaha girer. Fetva çerçevesinde kalmak mecburidir; takava ihtiyaridir. Takva yaşanmalı, ancak başkaları zorlanmamalı; yalnızca lütfile tebliğ edilmelidir. İmtihanın sırrı hür iradededir.
Takva bir elbisedir…
Dış elbisenin takvası ise, yalnız kadınların dış libası veya Peygamberimizin (asm) giydiği beyaz, uzun fistan değildir. Elbise; bölge, iklim, şart ve örfe göre değişebilir:
Ehram (Erzurum), Şalvar (İç Anadolu ve Ege), kuşak-önlük ve peştamal/keşan/atkı (Karadeniz), Çarşaf, Ferace, Abaya, tunik, pardesü/manto (her yerde). İlla çarşaf, illa şalvar, illa pardesü dayatması yapılamaz. Tesettür sağlansın, bunun kumaş cinsini, şeklini, rengini örf (bölge ve iklim, hayat şartları) tayin eder…
Sualinize gelirsek: Risale-i Nur’da takva; ifrat ve tefrit, yani, aşırılıklardan uzak, hissi zahiriye de aykırı olmayan “vasat/denge/orta yol” ile sağlanır. Şöyle ki:
Bazı haller vardır ki, Peygambere (asm) ait hallerdir, onun ve Ehl-i Beyti için farklı, ümmet için farklı hükümler alır. Peygamberlerin hakiki varisleri alimler; en büyük bir müceddid ve en büyük bir müçtehid olarak (başka müceddidler de olabilir) Bediüzzaman Said Nursi için farz, belki bir mükellefiyet ve bir mecburiyettir. Sarık sarması, cübbe giymesi, resimli kağıt ve madeni para taşımaması; kimseden hediye, zekat kabul etmemesi (Ehl-i Beyt’ten geldiği, hem Seyyid, hem Şerif olduğundan) müceddidiyetinin ve müçtehidliğinin bir gereğidir.